Kalıpçılık ve Yaratıcılık



 Kalıpçılık ve Yaratıcılık







Günlük hayatta bazen birbirimizi kalıpçı olmakla eleştiririz.

Yaa amma da kalıpçısın sen!
Kalıplarla konuşmaktan vazgeç!
Çok basmakalıp laf ediyorsun.
Davranışların çok kalıpçı!

Kalıp, bir şeye biçim vermeye yarayan araç.

Her şeyin, nesnenin bir kalıbı olur; buna biçim de diyebiliriz; bu biçim nesneyi, şeyi sınırlar, onu dış dünyadan ayırır veya o dünyada tanımlar. 

Ama mecazi anlamı başka.

Yeniliklere uzak duranı, özgün olmayanı, hatta geleneksel kafalıları kalıpçılıkla suçlarız.

Kalıplar önceden hazırlanır; modern fabrika üretimini akla getirir. Seri üretim bandında kalıplar vardır, işçi veya mühendis o kalıplara göre çalışır.

Ama tarihin her döneminde kalıplar vardı, olmaya devam edecek. Her alanda.

Örneğin, öğretmenin de belli kalıpları vardır öğrencinin ve öğrenciliğin de.

Müfredat bir kalıptır. Ders hazırlama çizelgeleri de öyle. 

Kalıp davranışlar bellidir çoğu zaman; okulda, trafikte, ailede, siyasette… Bunlar bizim hem kendi aramızda anlaşabilmemizi sağlar hem de hayatımızı kolaylaştırır.

Herkes trafikte kırmızı ışıktan aynı şeyi anlar. Eğer simgesel olarak kalıplarla ifade ettiğimiz şeyleri farklı anlasaydık, toplum diye bir şey olmazdı.

Toplum, kalıpların bir eseridir. Ama bu eserin yaratıcısı da insandır.  

Kalıplar ve kalıpçılık, bir bakıma uygarlığın temelidir.

Müthiş ekonomik, verimli, etkili, ilericidir kalıplar.

Not değerlendirme ölçekleri, sınav yapma biçimleri, hatta öğretmenden beklenen davranış ve tutum tarzları; bunlar belli kalıplara göre hazırlanır.

Biz kalıpları üretirken, kalıplar da bizi bir kalıba döker.  

***

Aslında modern hayatta kalıplar bir biçimde “paket programlar” olarak önümüze gelir.

Misal, tatile çıkmak istediğimizde başvurduğumuz tur şirketleri bize paket programlar sunar.

Önerileri, belli kalıpları yani programları içerir.

Fakat bu programlar belli bir rasyonaliteye ve deneyime dayanarak hazırlanır.

Süzülmüş aklın ürünleridir bunlar çoğu zaman.

Maksimum fayda almaya dönüktür.

 Bu fayda elbette işverenin daha fazla para kazanmasına yönelik olabilir öncelikle.

Ama;

paket programlardan,

planlı faaliyetlerden,

tasarlanmış işlerden

her zaman şikâyet etmeyiz.

Çünkü uzun akılcı çalışma, deneyim ve sınamadan sonra üretilen bu program, faaliyet ve işler, işimizi, hayatımızı ve projelerimizi kolaylaştırabilir.   

***

Kalıplar ile yaratıcılığın ilişkisi nedir?

Günümüzde yaygın görüşe göre kalıp program ve planlar hatta standartlar, yaratıcılığımızı öldürmektedir.

Neredeyse herkes artık yaratıcılık adına kalıplardan kaçmakla meşguldür.

Kalıplar neredeyse günah keçisi haline geldi, getirildi. 

Kalıplar düşman gibidir, geleneksel kötü şeyleri çağrıştırır, kaçınılması gereken bir uygulamayı akla getirir.

O yüzden, “öğrenci merkezli eğitim”de proje ve performans ödevleriyle çocuklarımızın orijinal işler yapmalarını arzu ederiz.

Bütün yenilikçi insanların yaratıcı olduklarını düşünürüz ki bu, doğrudur büyük ölçüde.

Ama yaratıcılık gökten zembille inmez, bir anlık ve çalışmadan, emek harcamadan, uzun yıllar geçirmeden yaratıcı işler nasıl yapılabilir ki?!

Yaratıcı insanların, örneğin bilim insanları, mühendis ve sanatçıların çalışmalarını inceleyin; çoğu uzun, zahmetli ve planlı programlar sonucu başarılı oldu.

Yaratıcılıkta belli kalıpları takip etmek gerekir, en azından belli bir aşamaya kadar. 

Yaratıcı insanlar gerektiğinde belli şeyleri ezberlediler, dikteye maruz kaldılar, ustalarının yanında çırak oldular, mesleğin kurallarını taklit ettiler.

Çünkü belli bir alanda otorite olanı kabul etmek bizi rahatlatabilir, işimizi kolaylaştırabilir.

Her çırak bir usta arar. 

Kalıplar pratik düşünmeyi tetikleyebilir.

Formüller gibi, bazen bir şeyleri ezberlememizde olduğu gibi.

Çoğu insan mesleki başarısında geçmişte yanında yetiştiği “ustayı” saygıyla anar.

Usta, önemli bir kalıptır.

Ama kimse çıraklığın sürgit iyi bir şey olduğunu düşünmez.  

Elbette.

Çırak ustayı aşmalıdır, aşacaktır da. 

***

Aynı mantık çocuğumuz için de geçerli.

Genellikle anne-babalar, en azından orta sınıf kökenli aileler, çocukları için uzun vadeli programlar yaparlar.

Kiminin kafasında çocuğu için bir proje bile vardır.

Okul ve meslek yaşamında başarılı olan çocukların hayatları sıkı biçimde çalışmakla geçer. Ama gevşek, tembel veya haylaz yaşayan her çocuğun hayatında başarısız olduğu söylenemez.

O halde “başarı”, genellikle en azından belli veya çeşitli kalıpları öğrenmeyi gerektirir.

Bütün

insanlık bilgi birikimi,

teknolojiler,

sanayi,

bilimler,

materyaller,

programlar

birer kalıptır.

İnsanlık tarihinde üretilmiş belli bir bilgi, deneyim ve teknolojik birikim vardır.

Bunları öğrenmek için belli kalıpları, yani öğrenme biçimlerini, çalışma tarzlarını, başarıya ulaşma yollarını bilmek gerekir.

Nesilden nesle süreklilik buna bağlıdır.

Örneğin, filozofların belli bir sistematik oluşturan görüşlerini öğrenmeden iyi bir felsefe yapmak mümkün olmasa da, çok zor olsa gerek.

Matematikte belli kuralları, teoremleri, eşitliklikleri, denklemleri bilmek gerekir; bunlar birer kalıptır.

Felsefi kavramlar, felsefe öğrenme kalıbını teşkil eder.

Toplumsal yaşam çok büyük bir kalıptır.

***

O halde kalıpçılık, her zaman doğallığın, doğaçlamanın ve yaratıcılığın düşmanı değildir.

Açıkçası, “düşünce”, “güçlü zekâ” ve “deneyime” dayalı akılcı birikimde kalıpların olumlu rolü olabilir.

Kimse Amerika’yı yeniden keşfetmek istemez herhalde.
Eski köye yeni adet sıfırdan getirilmez.
Her şey sil baştan alınamayabilir.
Bazı zaman, mekan ve ilişkilerde bir sıfır noktası olmayabilir.
Çocuklar hiçbir zaman yoktan ve yokluktan başlayarak acayip sorular sormazlar.

Aslında sıfır beden mümkün değildir. Sıfır düşünce de öyle. Bebek bile düşünebilir, hatta hayvan. 

Çocukların sordukları sorular, yaptıkları yorumlar ve kurdukları bağlantılarda yetişkin yaşamından gördükleri, öğrendikleri veya çektikleri kopyaların rolü olabilir. 

“Kopya” bir kalıptır, kopyacılık da.

“Taklit”, hayatın sürekliliğinin kaynağıdır.

Çocuğumuzun hayal gücü gelişsin diye durup beklemeyiz. Gider ona birtakım kitaplar veya materyaller alır, onu kimi kurslara yazdırır, özel hocalar tutar, belli projeleri onun üzerinde uygularız.

Bütün bunlar birer kalıptır.

Anne-baba, çocuğunu bir proje olarak görebilir ama bir süre sonra anne-baba, çocuğun geliştirdiği projenin içindeki unsurlar haline gelebilir.

John Locke, hayata boş bir sayfayı andıran zihinle başlarız der.

Biraz iddialı bir düşünce; kanımca bunu bilmek pek mümkün değil.  

Ama bu zihin, kendiliğinden dolmaz.

Mesela bir kalıp olan dili, yine belli kalıplar (gramer kuralları) temelinde öğreniriz.

Afiş, tabela, bilboard, pankart, döviz, grafiti gibi görselleri dilin kalıplarına göre yorumlarız.

Filozof Derrida’ya göre dil veya metin, bize sonsuz yorum olanağı sunar. 

Ama bu yorumları sadece kendimize göre yapmayız; “boş” (?!) bir kafa buna yetmez.

Eski kalıpların yardımıyla, örneğin filozofların düşüncelerinin yönlendirmesiyle yaparız bu yorumları.

Filozof Umberto Eco, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’da bizi kitap dünyasına davet eder; o kitaplar, belli kalıplardır.   

***

Çocuğumuzla bir filozofla konuşur gibi konuşmayız. Ya da öyle karmaşık, nüanslı ve simgesel bir dil kullanmayız.

Çünkü daha o düzeyde değildir.

Elbette bizi şaşırtan sorular sorabilir, Gareth B. Matthews’un Çocukluk Felsefesi’nde belirttiği gibi çocuklar, ustaca tartışmalara girebilirler.

Ama bu tür soru ve tartışmalar anlıktır ve belli şeyleri öğrenmeyi atlamayı gerektirmez.

Buna ne deneyimi ne fikirleri ne de becerileri müsaittir.

Çocuğumuz dünyanın en usta satranç oyuncularından biri olabilir ama bu, onun matematik, felsefe veya edebiyat öğrenmesinin gereksiz olduğu anlamına gelmez.

Anne-baba olarak çocuğumuzun kapasitesinin, sınırlarının, potansiyelinin farkındayızdır.

Onun bir an evvel büyümesi pek de işimize gelmez; her yaşın bir tadı olsa gerek.

O yaşında çocuğumuzdan çocukça şeyler bekleriz: Emekleme döneminde emeklemesini, yalpalama döneminde yalpalamasını, ilk konuştuğunda kelimeleri doğru-düzgün telaffuz edememesini normal karşılarız.

Çocuğumuzun acemiliği bizi mest eder.

Çünkü çocukluk budur ve de bize keyif veren çocuğumuzun sarsaklığıdır.

Agu-gugu demesi, paytak paytak yürümesi, düşüp kalkması, gereksiz yere gülümsemesi, savunmasız ve saf olması vb.

Ama çocuğumuz büyüyecektir; büyümek, yetişkin yaşamına hazır olmak demektir.

İnsanlık tarihi muazzam bir bilgi birikimi üzerine temellendi.

Çocuğumuz da o birikimi belli kalıplara sadık kalarak öğrenecektir.

Öğrenmeli de. Öncelikle de okulda. 

Okul aslında belli kalıpları öğreten bir yerdir.

Aile de öyle.

Benjamin Spock’un temel yaklaşımına göre her çocuk, büyürken tüm insanlık tarihini fiziksel ve ruhsal anlamda adım adım izler, hatmeder, belleğine yerleştirir. 

Kalıplardan kaçamayız.

***

Okula gitmek bir kalıptır.

Ders kitabı alıp çalışmak hakeza.

Öğretmeni dinleyip ondan bir şey öğrenmek de.

Okula giden çocuğun bir şeyler öğrenmesi beklenir.

Müfredat, ders kitapları, değerlendirme ölçekleri, sosyal aktivite planları, gezi ve incelemeler vb.

Tüm bunlar çocuğu disipline eder ve öğrenmeye teşvik eder.

Elbette doğal veya doğaçlama oyunlar çocuğumuzu yaratıcı kılabilir.

Ama yaratıcı edimler her zaman ortaya çıkmaz.

İlham perileri zihnimizi nadiren ziyaret ederler.

İnsanlık tarihi çok güzel oyunlarla doludur.

Oyuncaklar müthiş zengindir.

Oyun, oyuncak ve kurallarla belli kalıplar oluşturuldu. Sosyalleşme bu kalıplara göre gerçekleşir. Çocuğumuzun oyunun bir parçası olmasını istiyorsak, o oyunun kurallarını bilmesi, belli bir fiziksel ve bedensel kapasite ve performansa sahip olması gerekir. Her çocuğun yaşına göre değişik oyunlar vardır.

Evcilik oyunu çok naif, saf ve evcimendir ama birkaç yıl sonra bu oyun yerini grup dinamizmine sahip oyunlara bırakır.

Çocuğumuzun sosyalleşmesinde bu oyun ve oyuncakların yeri oldukça önemlidir. 

Durkheim’ın dediği gibi, çeşitli materyalleriyle okul, yetişkin hayatın bir minyatürüdür.

Okul, yetişkin hayatının kalıplarının bir örneği, hayata hazırlığın öğrenildiği bir mekân, karmaşık bir ortamıdır.

Okul, kural, bilgi, değer ve becerileriyle çocuğumuzu yetişkin hayatına hazırlar.

Okul ve öğrencilik, bir eşiktir.

Bu eşik, çocuğumuzun karmaşık sorunlardan (ödip kompleksi, bencillik gibi) kurtulmasında olumlu rol oynar.

***

Lacan, Freud’un izinden giderek oluşturduğu teorisinde evrensel olarak her çocuğun hayatında üç önemli şok yaşadığını söyler:

İlk şok, anne karnından dışarı atılmakla başlar. Anne karnında, deyim yerindeyse, ekmek elden su gölden yaşayan bebek dışarı atılınca annenin karnında sağladığı güvenceden yoksun kalır; anne karnının sıcaklığı, güveni ve yumuşaklığı yerini hastane ortamının soğukluğu ve yalnızlığına bırakır. (Ama anne kucağında yeni bir sıcak dünya başlar.)

İkinci şok, memeden kesilmedir. Anne memesi sadece bir beslenme kaynağı değildir. Sorun anne sütünden uzak kalmak olmasa gerek. Bebek, anne memesiyle beslenirken anneyle olan bütünleşmesini sürdürür; fakat memeden kesilince anne tarafından terk edildiğini sanır. (Ya meme emmeyen bebekler?)

Üçüncü şok ise, babanın yasasıdır. Freud ve Lacan’a göre çocuğun sosyalleşip bir uygarlığın kurulabilmesi için çocuğun Ödipus kompleksini yenmesi gerekir. Burada çocuk üzerinde sözü pek de geçmeyen annenin hükmünü baba üstlenir. Babanın sert kuralları çocuğu sosyal hayata hazırlar; annenin yumuşaklığından koparır. O yüzden okula yeni başlayan çocuk, okul kurallarını önce yadırgar, hatta çiğner. Ama çocuğun sosyalleşmesi bu kurallara uymakla başlar. (Aslında günümüzde çocuğa ilişkin çoğu önemli kararı anne almıyor mu?)       
    
***
Özet olarak, kalıplar, çocuğumuz için kaçınılmaz olduğundan öğrenilmelidir.

Yaratıcılığın, gelişmenin, buluş yapmanın, orijinal şaheserler üretmenin ilk adımı, bizden önce bin bir emek, bilgi ve beceriyle üretilmiş olan kalıpları öğrenmektir.

Modern hayatın içinde “paketlenmiş şeyleri” sevmez gibi yaparız ama tüketmekten de haz alırız.

Yabancı bir şehri gezmek istediğimizde, iyi programlanmış, detaylandırılmış, bilgilendirilmiş “şehir rehberi” kullanırız.

Şehir büyük, metro ağı karmaşık, yollar dolambaçlıdır; mutlaka bir “haritaya” ihtiyacımız olur.

Yüzlerce matematik “formül”ü vardır, bunları bilmeden problem çözemeyiz.

Eğitimde müfredatlar, ders kitapları, laboratuar kullanım kılavuzları işimizi epey kolaylaştırır.

Fakat bir noktadan sonra bu kalıpların dışına çıkamamak bizi gelişimden alıkoyabilir.

***

Çocuklarımız ödülü severler.

Ödül, bir emeğin başarılı sonucu için verilen bir değerdir.

Haz kaynağıdır.

Her çocuk ödül peşinde koşar.

Ödül almak bir oyunun içine dahil olmayı gerektirir.

Kurallar bellidir, oyuncular, süre, materyaller, ortam da öyle.

Gelenekselleşmiş bir oyunun kurallarını çiğneyerek ödül almak mümkün değil.

Örneğin, çocuğumuzun oynadığı futbolun kurallarına göre ofsayda uymak zorunlu; fakat ofsayda düşmemek için çocuğumuz yaratıcı taktik ve stratejiler geliştirebilir. 

***
O halde, kalıpçılığı aşıp yenilikçi ve yaratıcı olabilmek için mevcut kalıpları iyi öğrenmeliyiz, en azından belli bir aşamaya değin.                

           

Yorumlar