Elif Şafak: Bekle Nobel, geliyorum



Kemal İnal

Türkiye, 1990’ların başından bu yana gerek edebiyat gerekse sosyal bilimler ve sanat dünyasında postmodernizmin hâkimiyetinde gerçekleşen entelektüel bir iklimde yaşamaya devam etmekte. Sınıf siyasetine dayalı politikaları ve teoriyi edebiyat, sanat ve sosyal bilimler dünyasından süpürmek için kimlik politikasının içine iyice yedirilen postmodern anlatı tarzı, çeşitli mistisizm, din, sufilik, mezhep ve ne kadar arkaik kavram ve konu varsa hepsini çok etkili bir şekilde ele almakta ve incelemektedir.

Sosyal bilimler dünyası, edebiyat camiasına sanki destek adına bu kimlik politikalarının içini başta kadın olmak üzere azınlık, ayrımcılık, göç, bellek, altkültür, etnisite araştırmalarıyla doldururken toplumsal sorunların kapitalizmden ziyade sadece ulus-devletlerin otoriter politikalarıyla bağlantılı olduğu mesajını yaygınlaştırmaktadır. Burada mücadele edilecek hedefi sadece ve sadece otoriteryen ulus-devlet geleneği olarak gören liberal postmodernist çevreler, kapitalizmin ülke üzerindeki tahribatını gözlerden saklamak veya en azından hiç görmemek, göstermemek adına inanılmaz bir çaba içindeler. Bu yaklaşım, postmodernizmi bir özgürlük projesi olarak liberalizm üzerinden kurarken edebiyatı çok etkili bir popüler araç olarak kullanmaktadır. Entelektüel alanda edinilen gücün popüler kültür dünyasına tahvil edildiğini gözlemlemek mümkün. Belki de günümüz Türkiye’sinde postmodernizm en güçlü şekilde popüler çok satan edebi kitaplar üzerinden yeniden üretilmektedir.      


Burada edebiyat ile sosyal bilimler dünyasının postmodernizm üzerinden iç içe geçirilmesi, birbirine yedirilmesi veya bu ikisinin birbirinden beslenmesi adına gerçekleştirilen çabaların ülkemizdeki belki de en tipik örneklerinin başında Elif Şafak geliyor olmalı. Zira Şafak, hem liberal sosyal bilim tezgâhından geçip ABD gibi bir ülkede akademisyen olmayı başarmış hem de “ben bilim de yaparım, edebiyat da” diyebilecek kadar kendine özgüvenli kariyerist bir kadın örneğini gerçekleştirip popüler bir kişilik haline gelmiş biridir.

Bilimin nesnel dünyasından edebiyatın öznel dünyasına geçiş onun için zor olmamıştır herhalde. Çünkü postmodern bilim yapma tarzındaki “birden fazla doğru”, “herkesin doğrusu kendisine”, “çok hukukluluk”, “çoğul dünyalar”, “bir metin olarak dünya”, “asıl yöntem olarak yorum” gibi yöntemsel yaklaşımla postmodern edebiyat türünde yer alan “çoğulcu, çeşitli, farklı” yaklaşımlar birbiriyle çelişkili değildir. Bilakis birbirini destekleyici tarzda kullanılıyor. Elif Şafak, gerek sosyal bilimler gerekse edebiyat dünyasında postmodernist bilim, insan ve politika anlayışını en etkili kullanan figürlerden biri haline gelmiş durumda.     

  
Elif Şafak, steril, deruni ve muhafazakar-neoliberal kırması yeni elitizmin uluslar arası bir projesi olarak 1990’ların ortalarından bu yana “edebiyatçı kadın/kadın edebiyatçı” kontenjanından piyasaya sürülmüş durumda. Şafak’ı piyasa nedense çok sevdi ama arkasındaki ideolojik angajmanın bundan önemli payı olsa gerek. Erkek kontenjanından Orhan Pamuk’un postmodern anlatı geleneğiyle Nobel’i almasından bu yana sanki Nobel’e ikinci Türk aday olarak Elif Şafak hazırlatılıyor. Yine postmodern masallar dünyasından o bildik anlatılarla Şafak, Türk’ün mesel dinleme ihtiyacını gayet iyi karşılıyor. Türkiye’nin muhafazakârlık-neoliberalizm kırması yönetimi, iktidardaki ideolojisini neoliberal biçimde Batı’lılara pazarlamak için uygun yüzler üretiyor sürekli olarak.


Elif Şafak, şimdiye değin bir matbaa makinesi gibi çalışıp hemen her sene önümüze koyduğu roman, öykü ve denemeleriyle, yetmedi gazete yazısı ve TV programlarıyla bize bir Türk kadının-Atatürkçü kalıplar dışında ve fakat muhafazakâr-neoliberal kırması bir model çerçevesinde-uluslar arası alanda da var ve başarılı olabileceğini gösterdi. Başardı. Zaten başaramaması sürpriz olurdu veya sayılırdı, zira bir Avrupa kentinde (Strasbourg), bir diplomat anne ile akademisyen babadan doğması, yabancı okullarda okuyup Batı kültürü edinmesi, ekranlardan taşan nezaketi ve deruni edası, hakikaten çok değişik giyim tarzı ve süsleriyle, üstelik geçmiş dönem medyamızın postmodern genç starı Eyüp Can ile evliliği ve doğan çocuklarıyla, ne yazsa çok satması, üst düzey standartlarda bir gelir ve aile yaşantısı kurması beklenirdi. Beklendi, beklentileri de karşıladı. O şimdi muhafazakâr-neoliberal elitizmin şahikalarına erişmiş durumda. Bunu başarmasında elbette, Bourdieu’nün kavramsallaştırmasıyla konuşursak, ekonomik ve kültürel sermayesinin belirleyici payı olsa gerek. Şafak, muhafazakâr-neoliberal kapitalizmin amentülerini iyi etüt etmiş biri. Bizi edebiyat anlatılarıyla bu dünyaya hazırlamak gibi bir rol ve işlev içerisinde.       



Böylesi bir hayat, bu tür bir deneyim ve tarihsel geçmiş ile bir kadın yazar içine konup yerleşti(rildi)ği muhafazakâr-neoliberalizm kırması bir ideoloji içinde bize başka ne anlatabilirdi acaba? Daha kitaplarının adlarından-Pinhan, Şehrin Aynaları, Mahrem, Bit Palas, Araf, Firarperest, İskender, Şemspare, Med Cezir vd.-kendini genç yaşına rağmen çok tarih bilen, dini ve mistik konulara pek çok vakıf, Doğulu kadın bilge, hayatın karmaşık labirentlerini aşmış da gelmiş havasına sahip bir figür ile karşılaştığımız izlenimi verebilmek için okuru gerçekten de etkilemesini çok iyi biliyor. Bildi. O, Türkiye’de bir star, Nobel’e emin adımlarla ilerleyen 21. yüzyılın modeli olan muhafazakar-feminist bir kadın, ülkemizin Batı’ya bir başka penceresinden açılan idolü. Ulusalcı kadın modeli giderek irtifa kaybederken o ve onun benzerleri medyada bize deruni, edalı ve aklıselim bir kadın modelinin de pek ala Batılı kalıplar içinde ve fakat ona eleştirel durabilerek konuşabileceğini, yazabileceğini ve velhasıl üretebileceğini gösteriyorlar.    

      
Peki, ne anlatıyor Elif Şafak okurlarına? Aslında çok kabaca; Batılıların hâlâ görmekten, duymaktan ve tatmaktan hoşlandığı oryantal ezgileri, konuları, durum ve olayları mistisizm, sufilik, İslam, gelenek gibi çerçevelere sokup işlediği meseller anlatıyor. Batı bu mesel tipi anlatıları duymaktan ve okumaktan hoşlanırken muhafazakârlık-neoliberalizm kırması çevreler de Türkiye’de sola karşı iktidarlarının sürmesi için gereken desteği Batı’dan aldıkları için son derece hoşnutlar. Yani, üstü örtülü bir işbölümü söz konusu. Biri, duymak istediği anlatıların yeniden üretilmesi için her türlü desteği sağlarken, diğeri ise bu anlatıları üretirken kendi iktidarını da tesis etmenin çıkarlarını ve meyvelerini topluyor.



Lakin anlatılarının bir bütünlük taşıması da gerekmiyor. Zira iyi bilindiği gibi, gerçekliğe ilişkin tek bir akış içeren ama olayları bütün yönleriyle olabildiğince maddi gerçekliği içinde anlatıp okuru toplumsal gerçeklik karşısında tavır almaya iten modern edebiyat karşıtı bir perspektiften değil de, kesik, bölük-pörçük, birbiriyle ilgisiz, fragmanlar halinde ve darmadağınık, kendinden menkul bir bağlama yerleştirilen irili-ufaklı acayip, arkaik ve tuhaf hikâyeleri önümüze edebiyat diye seriyor.
Bu yönüyle, ilginçtir, Elif Şafak, kasiyer kadına da, türbanlı öğrenciye de, laik öğretmene de, sıradan öğrenciye de, doktora ve mühendise de, velhasıl hayatında ne tat ne tuz kalmış, mutsuz şehirli, orta ve alt sınıf kadın ve erkeklere tek bir sesle, postmodernizmin megafonuyla seslenebilmeyi beceriyor. Özellikle de kadın okurlarına; o, hem bir yazar, hem anne, hem de kariyer sahibi bir kadın olarak ortalama Türkiyeli kadınlara verdiği mesajla “kadın da üretebilir, anne-yazar da popüler olabilir ama kariyer adına her şeyi yaparken pekâlâ aile kurup çocuk da doğurabilir” mesajını iletmektedir.

Muhafazakârlık için bundan büyük reklam olabilir mi? Kuşkusuz Elif Şafak, her şeyden bir şey üretmeyi beceren postmodern Türkiyeli yazarların en önde gideni-ne yazsa çok satıyor, ne söylese çok dinleniyor, ne giyse çok ilgi çekiyor. Adeta esin kaynaklarının neler olabileceği dersini herkese veriyor, çünkü onu her yer ve anda görebiliyoruz. Her şey onun için bir anlatı konusu olabilir. İlham perisinin nerede ve nasıl ortaya çıkacağı belli olmaz. Örneğin, bir anne için belki çok özel kalması gereken bir konu-doğum sonrası yaşanılan depresyon-bile bir otobiyografik romana (Siyah Süt) dönüşebiliyor onda. Nitekim velut bir yazar o; yazmasa depresyonlardan kurtulamayacak biri. Depresyon gibi özel durumlarını bile bizimle paylaşacak kadar bizden biri; her ürettiğini bizimle paylaşmasa çok mutsuz olacak bir kadın/anne-edebiyatçı o.   



Aşk adlı romanının Türkiye edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satan edebi eseri olması, acaba sadece bir edebiyat olayı mıdır? Elbette çoksatarlık kurumunun hangi kapitalist değer ve kurallar çerçevesinde işlediği iyi bilinirse, bunun piyasa üzerinden bir edebiyat pazarlaması olduğu söylenebilir. Yani Elif Şafak nezdinde basit, sıradan ve ortalama bir edebiyat olayıyla karşı karşıya değiliz. Bu anlamda kadın yazar kontenjanından listenin en başına yerleştirilen Elif Şafak’ın ülkede ne kadar modern şey varsa yıkılması adına girdiği mücadeleye Batı dünyasının seyirci kalması beklenemezdi elbette.



Elif Şafak, giyiminin, giysilerinin, konuşma ve akıl yürütme biçiminin, fikirlerinin, kitaplarının, o kitaplardaki mesel ve anlatılarının çok özel olduğunu düşünüyor. Bu yönüyle Türkiye edebiyat dünyasının sadece ve sadece kendisini konuşmasını istiyor. O yüzden yazdığı kitapların yetmediğini düşünüyor olsa gerek ki, TV’lerde durmaksızın konuştu, köşe yazdı, gazetelere sürekli röportaj verdi, konferanslara katıldı, ders işledi. Nereye baksak onu gördük, görüyoruz; o da bizi nereye baksak görmemizi istiyor. O nedenle o her yerde-uluslar arası havaalanları, restaurantlar, tren istasyonları, küçük oteller, kafeler… 

Şafak, her yerde; peşimizi bırakmıyor. Çünkü biz onu Nobel’e götüreceğiz. Söz.  

Yorumlar