Kemal İnal
Nedir okuryazarlık?
Marx, insanın maddi
üretimin ürünü olduğunu ileri sürmüştü. Ortaçağın sonlarında, kapitalizmin
şekillenmesi ve bilhassa matbaanın icadıyla insan artık okuryazarlığın
(literacy) ürünü haline gelmişti. İki edimden yani okuma ve yazma edimlerinden
oluşan bu kavram bize neyi anlatır? Okuryazarlık, aslında kabaca iki şeyi ifade
eder: Bilgi ve bilinç. İkincisi birincisine bağlı. Öncelikle şunu
belirtelim: Okuryazarlık, klasik, modern ve postmodernı olmak üzere üç farklı türü olan bir olgudur. Yani, tarihseldir.
Okuryazarlık türleri
Klasik okuryazarlık, daha çok yazılı
sembolleri (harfleri) okuyup anlamayı ifade ederdi. Yazılı sembolleri okumak,
anlamak ve aktarmak, okuryazarlık becerisini elde etmekti bir bakıma. Bu tarz,
sadece basılı (matbuat, printed) biçime gönderme yapardı ve büyük ölçüde kutsal
metinlere aşina olmak anlamına gelirdi: Silverblatt'e göre “harflere ilişkin bilgi sahibi olma;
eğitimli (instructed); öğrenimli olma.” Dolayısıyla
okuryazarlıkla eşanlamlı olan literature,
literary, literate gibi kavramların hepsi de yazılı dildeki okuma
yeterliliğini açıklar. Çoğu zaman da okuryazarlık dile ilişkin entelektüel bir
uygulamayı çağrıştırır; daha ziyade kişinin eğitim düzeyi, edebiyatla
tanışıklığı, deneme yazabilme becerisi ve nazik olmasıyla ilişkili olmayı.
Frechette'e göre literate denilen kişiler, seçkin (kanonik) eserleri iyi okuyup anlayan kimseler olarak görülürdü. İlk okuryazar olanlar, bu işin tekelini elinde tutan din adamlarıydı. O halde bu tip klasik okuryazarlık, entelektüel bir beceri olmak bakımından çeşitli zihinsel uğraşıları gerektiriyordu. Bu zihinsel uğraşılar da kişiye başkaları karşısında üstünlük ve avantajlar sağlardı. Bu üstünlük ve avantajları kullananlar da, toplumda seçkin konumları alırlardı. Klasik okuryazarlık genel değil, tikeldi; daha çok da kişiye özgü bir eylemdi.
Frechette'e göre literate denilen kişiler, seçkin (kanonik) eserleri iyi okuyup anlayan kimseler olarak görülürdü. İlk okuryazar olanlar, bu işin tekelini elinde tutan din adamlarıydı. O halde bu tip klasik okuryazarlık, entelektüel bir beceri olmak bakımından çeşitli zihinsel uğraşıları gerektiriyordu. Bu zihinsel uğraşılar da kişiye başkaları karşısında üstünlük ve avantajlar sağlardı. Bu üstünlük ve avantajları kullananlar da, toplumda seçkin konumları alırlardı. Klasik okuryazarlık genel değil, tikeldi; daha çok da kişiye özgü bir eylemdi.
Modern okuryazarlık, alfabeyi öğrenmeyle
sınırlı bir edim olmaktan öte, modern ulus-devletler tarafından büyük çaplı
okuryazarlık kampanyalarına söz konusu oldu. Arnove ve Graff'a göre geniş çaplı okuryazarlık
kampanyaları, belli bir öğretinin propagandasını yapmak için de sosyal baskı ve
zor öğelerini kullanan merkezi otoritelerin sıkça başvurduğu bir yöntemdi
geçmişte. Kimi Batılı ülkelerin yanı sıra Rus,
Çin, Türk ya da Küba veya son dönemlerde Venezüella’da girişilen bu tip
okuryazarlık kampanyaları, yukarıdan planlanmış ve büyük ölçüde kamusal
bilinçlendirmeyle ilgili olmuştur. Bu tip okuryazarlık, laik, güncel hayat
temelli, pratiğe dönük ve geneldi. Modern okuryazarlık, harfleri öğrenmeyi
aşan, genelde siyaset, ideoloji ve kültürü de okumayı (öğrenmeyi) içeren bir
edimdi. Adab-ı muaşerete vurgu, görgü temelinde, ahlakı da içerecek şekilde,
günlük hayatta insana yapıp etmeler konusunda yol gösteren bir şekilde
gelişirdi.
Postmodern okuryazarlıkta ise ilk
ikisinden tümüyle farklı bir olguyla karşı karşıyayız. Bir kere, okuryazarlık
sadece harflerin bilgisiyle sınırlı olmaktan çıktı. Artık neredeyse her
şeyin okuryazarlığı söz konusu: Elektronik okuryazarlık, bilgisayar
okuryazarlığı, görsel okuryazarlık, eko-okuryazarlığı, medya okuryazarlığı,
sayısal (dijital) okuryazarlık vb. Dolayısıyla artık bir kimsenin okuryazar
olabilmesi, hayatının ilk dönemleriyle sınırlı bir eylem olmaktan çıktı.
Hayat akıyor ve biz de bu akış içinde sürüklenmek istemiyorsak eğer, sürekli ve her alanda okuryazar olmak zorundayız. Bu da, yaşam boyu öğrenim
(lifelong learning) demek. Postmodern okuryazarlık dünyasında sürekli
akan imgeler, devinen anlamlar, gayri resmi geçit yapan görüntüler, şifre,
resim ve afişler bize kendilerini dayatırlar. Artık her şeyin okuryazarı olmak
zorundayız: Şehir rehberinin, ilaç prospektüsünün, bir aletin nasıl
kullanılacağını anlatan yönergenin…Yani, çoklu anlamlar dünyasında çoklu
okuryazarlıklar; kaygan, akışkan, eğilimsel ve alabildiğine kaotik bir
okuryazarlık dünyası bu.
Fakat
okuryazarlıkta yaşanan en önemli değişim, kağıttaki harflerden ekrandaki
harflere geçiş ile ilgilidir. Kalemden klavyeye geçiş, kağıdı değil artık
ekranları okuduğumuzu göstermektedir. Dolayısıyla ekran (screen) temelli bir
okuryazarlıkla karşı karşıyayız. Bu tip okuryazarlığın ana yakıtı, mürekkep
değil, elektriktir. Deşarj olabilmemiz için şarj olmamız gerekiyor. O nedenle bizden günümüzde beklenen en önemli beceri,
elektronik okuryazarlıkla ilgilidir.
Ekranda neyi okuyoruz?
Aslında ekranda(n) okuma, tam bir okuma değil, tarama (scanning) edimidir; hızla göz atma, harflerin üzerinden kayarak dolaşma, şöyle bir bakıp geçme türünden bir edim. Ekranlar da çoğaldı: Cep telefonu, bilgisayar, internet, İPhone, İPad, TV vd. Bu ekranlarda neyi okuyoruz? İnanılmaz ama gerçek: Her şeyi. Hayatla ilgili hemen her şey bu ekranlardan, önümüzden, gözlerimizin önünden hızla akıp geçiyor. Çevre, müzik, spor, oyun, seks, politika, komplo teorileri, dedikodu, paylaşımlar, uzay, edebiyat vb. Her şeyi okuyoruz. Yeni iletişim teknolojileri okunacak şeyleri hızla artırıyor ve okuryazarlıkta matbuatın (kitap, gazete, dergi, bülten, atlas vd.) pabucunu hızla dama atarken görüntü/resim-ses-yazıyı aynı anda bir araya getiriyor. Bilgi ile enformasyon (haber, malumat) iç içe geçiriliyor; çoğu zaman bilgi diye malumat (enformasyon) ile karşı karşıya kalıyoruz. Herkes günün herhangi bir anında ve herhangi bir yerinde okuryazarlık edimini gerçekleştirebiliyor. O halde iletişim de artıyor denebilir. Herkes başka herkese mesaj gönderiyor, herkes başka herkesin o anda ne yaptığını (ne yazdığını, ne yediğini, kiminle birlikte olduğunu vb.) merak ediyor. Toplumsal bilinç dedikodu, tevatür, söylenti vb. üzerinden yeniden ama popüler tarzda yeniden kuruluyor. Mahremiyet diye bir şey kalmadı. Her şeyden ne mahrum kalmak istiyoruz ne de mahremimiz bize ait olsun istiyoruz.
Aslında ekranda(n) okuma, tam bir okuma değil, tarama (scanning) edimidir; hızla göz atma, harflerin üzerinden kayarak dolaşma, şöyle bir bakıp geçme türünden bir edim. Ekranlar da çoğaldı: Cep telefonu, bilgisayar, internet, İPhone, İPad, TV vd. Bu ekranlarda neyi okuyoruz? İnanılmaz ama gerçek: Her şeyi. Hayatla ilgili hemen her şey bu ekranlardan, önümüzden, gözlerimizin önünden hızla akıp geçiyor. Çevre, müzik, spor, oyun, seks, politika, komplo teorileri, dedikodu, paylaşımlar, uzay, edebiyat vb. Her şeyi okuyoruz. Yeni iletişim teknolojileri okunacak şeyleri hızla artırıyor ve okuryazarlıkta matbuatın (kitap, gazete, dergi, bülten, atlas vd.) pabucunu hızla dama atarken görüntü/resim-ses-yazıyı aynı anda bir araya getiriyor. Bilgi ile enformasyon (haber, malumat) iç içe geçiriliyor; çoğu zaman bilgi diye malumat (enformasyon) ile karşı karşıya kalıyoruz. Herkes günün herhangi bir anında ve herhangi bir yerinde okuryazarlık edimini gerçekleştirebiliyor. O halde iletişim de artıyor denebilir. Herkes başka herkese mesaj gönderiyor, herkes başka herkesin o anda ne yaptığını (ne yazdığını, ne yediğini, kiminle birlikte olduğunu vb.) merak ediyor. Toplumsal bilinç dedikodu, tevatür, söylenti vb. üzerinden yeniden ama popüler tarzda yeniden kuruluyor. Mahremiyet diye bir şey kalmadı. Her şeyden ne mahrum kalmak istiyoruz ne de mahremimiz bize ait olsun istiyoruz.
Fakat sorun
şu: Ekran temelli okuryazarlık insanları daha entelektüel kılacakken, yoksa tam tersi mi
oluyor? Evet. Onca bilgi ve malumatın sonu(cu), yoksa koyu bir cahillik mi ya da yarım-okuryazarlık mı? İlk olarak, okuma edimi hafifleşiyor. Ekran, okumanın ruhunu
öldürüyor. Ekrana yazarken ya da ekrandan okurken entelektüel bir hafiflik
oluşuyor. Ekran okuryazarlarının çoğu, bozuk, kırık, yoksul ve çarpık bir dilbilgisiyle,
o da düşük bir sözcük hazinesiyle, sığ bir entelektüel kapasiteyle iş görüyor.
Ekrandan okurken entelektüel beceriler pek de kullanılmıyor, kullanılmadığı için de
okunan metne eleştirel yaklaşma, onu didikleme, sağına soluna notlar alıp
metinle tartışma, dahası polemiğe girme gerçekleşmiyor. Haliyle internet
okumaz-yazmazları ya da cahilleri ile karşı karşıyayız. Bu postmodern kitle
yukarıdan manipüle edilmeye son derece teşne. Kapitalizmin tüketim, reklam ve
propaganda teknikleri bu internet okumaz-yazmalarını son derece kolay
yönlendirebiliyor. En kötüsü de, eskiden ödev yapmak için kitap, dergi ve
ansiklopedi karıştıran kuşağın yitip gitmesi; artık ekrandan bul (saniyeler
içinde), kes (yine saniyeler içinde) ve yapıştır (maalesef yine saniyeler içinde)
davranışı bir norm haline gelmiş durumda. Bu kadar kolay olan bir okuryazarlık
ediminin haliyle entelektüel bir derinlik içermesi de mümkün olamıyor.
Kolay(cılık), yeni okumaz-yazmazlar için bir ideal. Herkes işin kolayını arıyor
ve de buluyor ne yazık ki!
Kim okuryazar?
Harfleri bilen mi yoksa her türlü metni (yazılı kağıt, ekran, afiş, logo, reklam panosu vb.) anlayıp irdeleyebilen mi? Tuman, şunu sorar: Okuryazar olup olmadığını ve yazıp yazmadığını bilmeden birine ‘okuryazar’ diyebilir miyiz? Tuman’a göre desek bile, bu tür bir genel kullanım, sıfatın ifade ettiği şeyi hiç de açıklığa kavuşturmuyor. Eskiden konu açıktı: Harfleri tanıyıp, bilen ve kullanan okuryazardır. Şimdi ise onca yeni ileri iletişim teknolojisine, yabancı dil bilgisine, enformasyon ve bilgiye rağmen çok ciddi bir okumaz-yazmazlıktan, yani cahillikten bahsediliyor. Eskiden üretilen bilgi ve haber, bunları taşıyan medya çok az ve etkisizdi. Şimdi hem çok sayıda ve çeşitlilikte bilgi ve haber üretiliyor hem de bunları taşıyan medya sayıca ve türce artıyor. Ama yine de okunan kitap, gazete, dergi ve ansiklopedi sayısına bakarak genel bir okumazlıktan bahsediyoruz; bundan da çok şikayetçiyiz. İlginç ama okuma ediminden ziyade yazma edimi öne çıkmış durumda. Herkes bir şeyler yazıyor; hem de her yerde. Cep telefonu yazarları! İnternet yazarları! Hem de milyonlarca. O halde herkes yazar mı? Postmodern anlamda evet. Fakat ne yazıyorlar? Her şeyi. Filozoflar çağı bittiğine göre, bu her şeyi yazan “sıradan” insanlar neden her şeyi yazıyorlar? Kolay olduğu için mi? Evet, yüzeysel olarak her şeyi yazabilirsiniz, çünkü kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz. Gerçek yazar (romancı, hikayeci, şair, akademisyen vd.), okurun önüne çıkmadan önce bin bir aşamadan (denetim, düzeltme, uzmanlık onayı vs.) geçer. Postmodern yazarın, yani yazar-okumazın böyle bir derdi yok. Herkesin yazar olduğu yerde, yazarlık harcıalem bir meşgale haline geldikçe gerçek yazarlar isyan ediyorlar. Ederler, çünkü yazarlığın çok ciddi bir okuma emeği gerektirdiğini bilirler.
Harfleri bilen mi yoksa her türlü metni (yazılı kağıt, ekran, afiş, logo, reklam panosu vb.) anlayıp irdeleyebilen mi? Tuman, şunu sorar: Okuryazar olup olmadığını ve yazıp yazmadığını bilmeden birine ‘okuryazar’ diyebilir miyiz? Tuman’a göre desek bile, bu tür bir genel kullanım, sıfatın ifade ettiği şeyi hiç de açıklığa kavuşturmuyor. Eskiden konu açıktı: Harfleri tanıyıp, bilen ve kullanan okuryazardır. Şimdi ise onca yeni ileri iletişim teknolojisine, yabancı dil bilgisine, enformasyon ve bilgiye rağmen çok ciddi bir okumaz-yazmazlıktan, yani cahillikten bahsediliyor. Eskiden üretilen bilgi ve haber, bunları taşıyan medya çok az ve etkisizdi. Şimdi hem çok sayıda ve çeşitlilikte bilgi ve haber üretiliyor hem de bunları taşıyan medya sayıca ve türce artıyor. Ama yine de okunan kitap, gazete, dergi ve ansiklopedi sayısına bakarak genel bir okumazlıktan bahsediyoruz; bundan da çok şikayetçiyiz. İlginç ama okuma ediminden ziyade yazma edimi öne çıkmış durumda. Herkes bir şeyler yazıyor; hem de her yerde. Cep telefonu yazarları! İnternet yazarları! Hem de milyonlarca. O halde herkes yazar mı? Postmodern anlamda evet. Fakat ne yazıyorlar? Her şeyi. Filozoflar çağı bittiğine göre, bu her şeyi yazan “sıradan” insanlar neden her şeyi yazıyorlar? Kolay olduğu için mi? Evet, yüzeysel olarak her şeyi yazabilirsiniz, çünkü kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz. Gerçek yazar (romancı, hikayeci, şair, akademisyen vd.), okurun önüne çıkmadan önce bin bir aşamadan (denetim, düzeltme, uzmanlık onayı vs.) geçer. Postmodern yazarın, yani yazar-okumazın böyle bir derdi yok. Herkesin yazar olduğu yerde, yazarlık harcıalem bir meşgale haline geldikçe gerçek yazarlar isyan ediyorlar. Ederler, çünkü yazarlığın çok ciddi bir okuma emeği gerektirdiğini bilirler.
Okuryazarlık ve demokrasi
Liberal yazında şöyle bir sav var: Demokrasi, ancak ekonomisi güçlü ve eğitim düzeyi yüksek toplumlarda yerleşebilir. Yani? Demek istenen şu galiba: Tarihsel olarak okuryazarlık ile demokrasi arasındaki ilişkiler, olaylardan haberdar, yani bilgilendirilmiş, kamusal müzakerelere ve sosyal değişmeye etkin olarak katılmayı sağlayan araçlarla donanmış bir halk anlayışıyla ilgilidir. Baran'a göre “okuryazarlık, tarihsel olarak fikir adamlarını sıradan insanlardan ayırmış olan çizgileri aşmaya, yurttaşlığın yararlarından dışlanmış olanların politik haklarını elde etmelerine ilişkindir.” Bu liberal yurttaşlık savı, demokrasiyi sadece kamusal alana çıkıp oradaki ilişkilere (müzakere ve pazarlık) bağlanmakla sınırlar. Bu anlayışa göre, yeni iletişim teknolojileri aslında demokratik bilinci yükseltmektedir. Örneğin internet sayesinde insanlar örgütlenmekte, sanal da olsa ilişki ve kampanyalar gerçekleştirmektedir. Doğru. Ve de gerekli, yararlı. Ama?!
Liberal yazında şöyle bir sav var: Demokrasi, ancak ekonomisi güçlü ve eğitim düzeyi yüksek toplumlarda yerleşebilir. Yani? Demek istenen şu galiba: Tarihsel olarak okuryazarlık ile demokrasi arasındaki ilişkiler, olaylardan haberdar, yani bilgilendirilmiş, kamusal müzakerelere ve sosyal değişmeye etkin olarak katılmayı sağlayan araçlarla donanmış bir halk anlayışıyla ilgilidir. Baran'a göre “okuryazarlık, tarihsel olarak fikir adamlarını sıradan insanlardan ayırmış olan çizgileri aşmaya, yurttaşlığın yararlarından dışlanmış olanların politik haklarını elde etmelerine ilişkindir.” Bu liberal yurttaşlık savı, demokrasiyi sadece kamusal alana çıkıp oradaki ilişkilere (müzakere ve pazarlık) bağlanmakla sınırlar. Bu anlayışa göre, yeni iletişim teknolojileri aslında demokratik bilinci yükseltmektedir. Örneğin internet sayesinde insanlar örgütlenmekte, sanal da olsa ilişki ve kampanyalar gerçekleştirmektedir. Doğru. Ve de gerekli, yararlı. Ama?!
Bu tip ağ
(network) okuryazarlığının demokratik mücadeleye katkısı olabilir. Ama
nihayetinde demokrasi mücadelesi alanlarda, sokaklarda, fabrikalarda,
tarlalarda vb. verilmektedir. Üstelik sanal alemde gerçekleşen okuma ve yazma
edimlerinin, bireyleri sosyalleştirmekten ziyade bireycileştirdiği,
yalnızlaştırdığı ve patolojik bir vaka haline getirdiği de bilinmektedir. Trol sürülerini hatırlayalım.
Sonuç
Maalesef okuryazarlık, geçmişte okul (eğitim, öğrenim ya da pedagoji) ile birlikte ilişkilendirilirken şimdi medya ile birlikte anılıyor. Medya, eğitimin (okulun) yerini mi aldı? Tam değil ama o tarafa doğru bir gidiş var. Evet medya ile birlikte seçkin bilgi, otorite(r) entelektüel, kanonik eser gibi olgular yıpranıyor; ekran temelli bir okuryazarlık (ya da okumaz-yazmazlık) giderek yaygınlaşıyor. Bilginin tekeli sanki hiç kimsede ve herkese. Ekran artık her yerde. Kress’in de belirttiği gibi, gösterilen dünya (the world shown), giderek anlatılan dünya’nın (the world told) yerini alıyor. Anlatacak bir şeyleri olanlar, eline kağıt-kalemi değil, ekranı olan elektronik bir aleti almaktadır. Ses, görüntü, grafik (çizgi), imge, efekt, müzik öne çıkarken klasik yazı-düzgün, bir iddiası olan, dilbilgisi kurallarına uygun, toplumsal bir yazı-giderek arka plana itiliyor. Görüntünün yazılı metne göre çok az maliyeti var. E-mail formatı, blog ve sanal sohbet (chat) ya da cep telefonundan mesajlaşma biçimi (msn), yazılı metne harcanan zamanı çok azalttığı için kolay bir iletişim olarak daha çok tercih edilir hale geldiğinden dolayı matbuat giderek silikleşiyor. Kağıda göre ekrana daha fazla yazı yazılmasına karşın entelektüellik, eleştirellik, yazı yazma kapasitesi, düşünebilmede yaşanan kayıplar nasıl yorumlanmalı? Görüntü ile konuşmanın bu kadar çok artmasının yazı ve okumayı arka palana itmesi nasıl analiz edilmeli? Kuşkusuz kapitalizm, yeni iletişim teknolojileri ile toplumsallığı (postmodern toplum ve düşünme biçimi ile) kırmaya çalışmaktadır. Her türlü insani başkaldırı piyasaya boca edilen türlü-çeşitli mekanizmalarla (reklamlar, popüler kültür vb.) anlamsızlaştırılmaktadır.
Maalesef okuryazarlık, geçmişte okul (eğitim, öğrenim ya da pedagoji) ile birlikte ilişkilendirilirken şimdi medya ile birlikte anılıyor. Medya, eğitimin (okulun) yerini mi aldı? Tam değil ama o tarafa doğru bir gidiş var. Evet medya ile birlikte seçkin bilgi, otorite(r) entelektüel, kanonik eser gibi olgular yıpranıyor; ekran temelli bir okuryazarlık (ya da okumaz-yazmazlık) giderek yaygınlaşıyor. Bilginin tekeli sanki hiç kimsede ve herkese. Ekran artık her yerde. Kress’in de belirttiği gibi, gösterilen dünya (the world shown), giderek anlatılan dünya’nın (the world told) yerini alıyor. Anlatacak bir şeyleri olanlar, eline kağıt-kalemi değil, ekranı olan elektronik bir aleti almaktadır. Ses, görüntü, grafik (çizgi), imge, efekt, müzik öne çıkarken klasik yazı-düzgün, bir iddiası olan, dilbilgisi kurallarına uygun, toplumsal bir yazı-giderek arka plana itiliyor. Görüntünün yazılı metne göre çok az maliyeti var. E-mail formatı, blog ve sanal sohbet (chat) ya da cep telefonundan mesajlaşma biçimi (msn), yazılı metne harcanan zamanı çok azalttığı için kolay bir iletişim olarak daha çok tercih edilir hale geldiğinden dolayı matbuat giderek silikleşiyor. Kağıda göre ekrana daha fazla yazı yazılmasına karşın entelektüellik, eleştirellik, yazı yazma kapasitesi, düşünebilmede yaşanan kayıplar nasıl yorumlanmalı? Görüntü ile konuşmanın bu kadar çok artmasının yazı ve okumayı arka palana itmesi nasıl analiz edilmeli? Kuşkusuz kapitalizm, yeni iletişim teknolojileri ile toplumsallığı (postmodern toplum ve düşünme biçimi ile) kırmaya çalışmaktadır. Her türlü insani başkaldırı piyasaya boca edilen türlü-çeşitli mekanizmalarla (reklamlar, popüler kültür vb.) anlamsızlaştırılmaktadır.
Dolayısıyla klasik okuryazarlık da bundan payını almaktadır. Okuma ve yazma edimleri ya da eylemleri, sanal aleme doğru yönlendirilerek eylemin maddi boyutlarıyla (sokakta, üretim alanlarında ve okullardaki eylemleri) ilişkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Buna verecek yanıtımız, okuma ve yazma eylemine sahip çıkmak, bu iki edimi yeni bir dünya kuracak şekilde gerçekleştirmek olmalıdır. İnsanlık adil ve eşit bir dünya için özlemlerini, ütopyalardan başlatarak devrimlere doğru giden bir süreçle gerçekleştirmeye çalıştı. Bu süreçte toplumsal varlık olarak insan, Marx’ın Alman İdeolojisi’nde altını çizdiği gibi çok yönlü bir kişi olabilmek için okuma ve yazma edimlerini hep gerçeği kavrayacak ve değiştirecek şekilde kullanmaya yönelmelidir. Eğer medyanın dişlileri arasında öğütülüp bir yığın enformasyon arasında yitip gitmek istemiyorsak, eleştirel bir okuryazar olmak yani, kendi medyamızda kendi enformasyonumuzu üretmek zorundayız.
Yorumlar
Yorum Gönder