Kemal İnal
Bir şeyi
neden ezberleriz?
Bir formülü, bir işaretin yerini veya
anlamını, bir metni, bir sayıyı, bir sıralamayı neden ezberleriz?
Ezber, bizim doğal özelliğimiz mi
yoksa sonradan kazandığımız bir alışkanlık mı?
Ezber ille de kötü bir şey mi?
Ezberleyince hafızamız gelişir ve
fakat zekamız körelir mi?
Daha çok kimler ezber yapmaya
eğilimlidir?
Neden akıllı ve zeki insanlar
ezberlemeyi pek de sevmezler?
Yaratıcılığın düşmanı mıdır ezber ve
ezbercilik?
Eğitimde ezber olmaması iyi mi?
Ezbersiz başarı mümkün mü?
Bu tür
sorular, geleneksel aktarmacı bir teknik olarak görülen ezbere ilişkin
pek çok sorunu ortaya koyar aslında.
Ama önce bir ayrım yapmalıyız.
***
“Ezber” ile “ezbercilik” aynı şey değildir.
Ezber veya ezberleme hayatımızın kaçınılmaz bir boyutu.
Bazı şeyleri ezberlemezsek yaşayamayız. Toplumsal hayata ayak
uyduramayız. Gündelik hayatta trafik işaretlerini, kuralları, normları,
davranış ve tutumları, çeşitli beklentileri, madde ve eşyayla olan temel ilişkilerimizi
ezberlemek zorundayız.
Ezber sanki doğal bir parçamız.
Pratiktir de, giderek işlevsel.
Çünkü bazı ezberler hayatımızı kolaylaştırır. Kültürel
birikimin bir sonraki kuşağa aktarılabilmesi için kimi şeyleri ezberlememiz,
yani neredeyse olduğu gibi hafızamıza yerleştirmemiz gerekir.
Örneğin
hangimiz,
“çarpım tablosu”nu,
önemli
savaşların “tarih ve antlaşma”
maddelerini,
“duaları”,
“coğrafi bölgelerin özelliklerini”,
“alfabenin harfleri”ni,
“edebiyattaki şair ve hikâyecileri”
matematik ve
fen derslerindeki “formülleri”
ezberlemedik ki?!
Ve bundan
kimi zaman usanmadık ki?!
Ama kimi ezberler,
aslında hayatımızı pratikleştiren bir kolaylıktır. Uygarlık biraz da ezber
üzerine temellenir.
Beynimiz
veya zihnimiz, ezberine aldığı bir fikri, sayıyı, formülü, uygulamayı, işareti
bir süre sonra kanıksar; bunları hatırlamak için çok fazla çaba göstermeyiz
zira bilgisayardaki “kısa yol” gibi
hemen önümüze çıkar.
***
Peki, nedir ezber?
İngilizcede “memory” (bellek) ile “memorization” (ezberlemek) aynı kökten
türetilmiş. Ezberlemek ise, akılda tutmak üzere öğrenmek, bellemek olarak tarif
edilmiş.
Yani
ezberlemek bir tür öğrenme, belleğin işe koşulduğu bir eğitim.
O halde, sorun nedir?
Ezberlemede
de bir öğrenme var, zihnin işe koşulması söz konusu çünkü. Aslında ezberlemek
için de bir öğrenme kapasitesi, akıl ve zekâ gerekiyor.
Bu, işin
temeli.
Galiba
sorun, ezberlemede veya ezberde değil. Başka bir şeyde.
Şurada herhalde: Ezber bir öğrenme yöntemi ama ezbercilik,
geleneksel bir nakil yöntemi, öğrenciyi pasifleştiren bir eğitim biçimidir zira
ezbercilik, giderek geri ideolojik amaçlara hizmet ettiği için bilinçli ve
eleştirel bir edime dayanmaz.
Ezbercilikte
sorgulama, eleştirme ve reddetme edimi pek olmaz; yaratıcılığa meydan vermez ve
otomatik veya mekanik “yenidenüretim”e
dayanır.
Ezbercilikte,
sizden önce üretilmiş bütün ürünleri (metin, işaret, uygulama vb.) olduğu gibi,
sorgulamadan, hiç eleştirmeden hafızanıza doldurmanız, hatta tıkıştırmanız
beklenir.
Bu sistemde hafıza sadece bir depo
gibi kullanılır.
Ama gerçekte
deponun sahibi siz değilsiniz. Öyle olduğu için pasifsinizdir, sadece almayı ve
aktarmayı beklersiniz.
Ezbercilikte öğrenci asker gibidir,
emir eridir.
***
Brezilyalı
halk eğitimci Paulo Freire böylesi bir sisteme “bankacı eğitim modeli” adını verdi. Ezberciliğe dayanan bu
sistemde öğrenci, banka görevlisi gibidir, sürekli mudileri (hesap sahibi olan
öğretmenleri) bekler. Her gelen mudi, banka görevlisi öğrenciye bir miktar
bilgi yatırır ve sonra aynısını geri ister;
üzerine biraz bir şey koymanızı beklese de, öğrencinin bu mekanik sürece
kendinden bir şey katması pek mümkün olmaz.
Bankacı modelde bilgi, verili ve
mutlaktır.
Bilginin temel alınma biçimi,
ezberciliğe dayanır.
Ezbercilikte,
ezberleyen için “neden” değil, “nasıl” ezberlediği önemlidir. Ezbere
söz konusu olan metin, uygulama veya işaret, kutsal, dokunulmaz ve değerlidir.
Bütün
dinlerdeki kutsal metinler ezberi gerektirir fakat metnin kendisini sorgulamak
yerine en fazla “yorum”a (şerh) izin
verilir. Kutsal metinlerin yorumunun da
sınırları, kuralları ve kapsamı bellidir.
“Belli” olan bir şey,
sürpriz ve değişime kapalıdır.
Dinler gibi mutlak ideolojilerin “kurucu metinleri” ve siyasal
sistemlerin “amnentüler”i vardır.
Geleneksel “tebaa”, “kul” veya “mümin” gibi modern yurttaşların da
birtakım (modern) metin, uygulama ve işaretleri ezberlemeleri beklenir. Ama bir
farkla: Modern ezberlerde zaman zaman çizgi dışına çıkılabilir. Ezberlenen
şeylere eleştiri getirilebilir, bunlar sorgulanabilir, hatta reddedilebilir. Geleneksel
ideolojilerde ezbere söz konusu olan şeyin, ezberci üzerinde mutlak gücü
vardır. Ezberci, kendi ürettiği veya yarattığı şeye kutsallık, dokunulmazlık ve
mutlaklık, ebediyet atfederek onun aracı, kulu ve kölesi olabilir.
Bu anlamda ezbercilik
derin bir yabancılaşma süreci yaratır.
Modern yurttaş, ezberlenen şeyi ”özsel” (kendinden menkul) olarak
görmez; gökten zembille inmemiştir ezberlenen şey. Yoruma fazlasıyla açıktır. O
yüzden, filozof Derrida’nın da
dediği gibi her metin, sonsuz yoruma açıktır. Her yorum bir “yapısöküm”dür (deconstruction).
Bu yönüyle
modern hayatta, ezberler olsa bile ezbercilik, bir eğitim yöntemi olarak kabul
edilmez. Bilgiye bilgi katmak, verili bilgiden yeni bilgiler üretmek, bilgiyi
yorumlamak ve eleştirmek, yaratıcı edim için esastır.
***
Modern
hayatımızda okul bizim için yeni bir kapı demektir.
Orada yeni
şeyler öğrenmeyi bekleriz. Yeninin peşinden koşarken bilgiyi kendinden menkul,
tarih dışı, özsel olarak görmemeyi öğreniriz.
O yüzden
ezberi belli süre, mekan ve koşullarda gerekli görsek bile, hemen her şeyde
ezberi işe koşmamayı öğreniriz.
Zira ezber, mekanik bir ilişkidir.
Önce, bazı temel şeyleri
ezberleriz.
Bir süre sonra da, ezber
bozmayı öğreniriz.
Tarihi, kimi ezberleri
bozarak yazmaz mıyız?
Ya da tarihi, hiç
değişmesin, hep aynı klişelerle öğrenilsin diye kalıp ezberlerle boğmaz mıyız?
***
Ezbercilik, gerçekliğin diyalektik,
karmaşık ve çelişkili doğasından uzaklaştırır bizi.
Eğer ezberde
aşırıya gidersek, özne yerine nesne oluruz. Çünkü ezberlediğimiz şey bir mülk
olarak başkasına aittir. Bu mülkü bir yerden alıp bir başka yere götürürüz. Bu
süreçte bize pek yararı dokunmaz.
Ezberci kişi, ilişkisel
bir insan değildir.
Kendisinin o metni neden
ezberlediğini bile anlayamaz çoğu zaman; ezberciliğin hangi ilişkilerin ürünü
olduğunu bile bilemez. Kendisini dünya içinde konumlandırmakta güçlük çeker.
***
Türkiye’de sosyal dersler hep ezber
dersler olarak ele alındı.
O yüzden, yani zekâ ve hafızayı
geliştirmeyen, “piyasa”da işe
yaramayan fuzuli şeyler olarak görüldü.
Ezberde bir
problem çözmek yoktur. “Kafayı
çalıştırmak” pek de söz konusu olmaz. Ezbercilik için “fotografik bellek” yeterlidir.
Resmi çek ve onu zihnine yerleştir. Bu bellek, çektiği resmi doğru,
mutlak (değişmez) ve geçerli olarak kabul eder. O şekilde kaydeder.
Bu
ezberciliğin ardında iki güçlü ideoloji var: Muhafazakârlık ve milliyetçilik.
Muhafazakârlığın
temeli “gelenek”tir. Gelenek olduğu
gibi bellenmeli ve sonraki kuşağa aktarılmalıdır. Bilgi ve değerlerin deposu
gelenek, aktarıcısı da öğretmendir. Ya da imam, müftü, evin reisi, mahallenin
muhtarı, giderek muhafazakâr olan her insandır.
Milliyetçilik
için ezber(ciliğ)in kabı veya kalıbı, “millet”tir.
Her şey milletin değerlerine göre değer kazanır; millet ile ilgili olan her
destan, masal, atasözü, gelenek, adet, töre, kural, norm ezberlenmelidir.
Bu iki
kaynak, “ezberci ideoloji”yi sürekli
yeniden üretir. Ama ezbercilik bilime de
sirayet edebilir; “ilim” dedikleri
şey böyledir. Sanat, kültür, siyaset, spor hayatında da ezberciliğin derin
izlerine rastlanır. Bunun sonucunda,
“standart insan”,
“sorgulamayan
toplum”,
” boyun eğen birey”,
“mutat alışkanlıklar”,
“kendini tekrar eden yanlışlar”,
“dönüştürmeyen değişimler”,
çıkar
ortaya.
Bu yönüyle
ezbercilik, bir yalama ideolojisidir: Nasıl ki, yalama olan bir vida, artık
yerine saplı kalmışsa ve onu çıkarmak için kesip atmak gerekiyorsa, ezbercilik
de öyledir.
O halde,
ezberciliğin pek çok olumsuz sonucu vardır:
1) Yaratıcılık:
Ezberci insan anadilini, tekniği, bilimi, sanatı vb. yaratıcı şekilde
kullanamaz.
2) Çokyönlü düşünme: Bağlama (mekân, tarih, şartlar vb.) göre düşünemez.
3) Farkındalık:
Eleştirel bilinç geliştiremez.
4) Uyumculuk:
Konformizmi en güvenilir yol olarak görür.
5) Değişim:
Bilgiyi dönüştürücü bir güç olarak değil, değişmez mülk olarak ele alır.
6) Sonuç
odaklılık: Sürece değil, sonuçlara dikkat kesilir.
7) Nesneleşme:
Kendini hiçbir zaman özne olarak göremez.
8) Mutlaklık:
Akışkan bir kişilik geliştiremez.
9) Mekaniklik:
Aynı şeyleri hep aynı şekilde yapar.
10) Öğrenme: Deney
yapmayı öğrenir ama kendi deneyimlerinden öğrenmeyi öğrenemez.
***
PISA
direktörü Andreas Schleicher, bir ara Türkiye’de eğitim sisteminin
deney yapmayı değil, deneyin sonuçlarını öğretmede iyi olduğunu söylemişti.
Eklemişti: “Ezberde iyi ama yaratıcılıkta kötüsünüz.” Buna eleştiri mukabilinde
ise, MEB Müsteşarı Yusuf Tekin ise şöyle cevap vermişti:
“Ezber mantığı ve yöntemi bizim geleneğimiz için önemli bir öğrenme
yöntemidir. Buna Batılı bir normda yaklaşıp 'tu kaka' hale getirmemek gerekir. Eğitimcilerin kendi
alanlarıyla ilgili olarak geleneklerimizi küçümseyici bir bakış açısıyla
yaklaşmamaları lazım. Bu felsefeden hareketle bu projeyle, 'Çocukların tıpkı
hafızlık yaparken olduğu gibi ezber yaparak öğrenmesini kolaylaştıracak daha
sistematik bir öğrenme sağlayacak bir eğitim süreci oluşturabilir miyiz?' bunu
da görmüş olacağız. Bizim geleneğimizde ezber, sadece herhangi bir metni
ezberlemek değildir. Ezberle beraber ezberlediği şeyin daha güçlü bir şekilde
kendi hayatına nasıl sirayet edeceğini de analiz ediyor. Hafızlık projesi
uygulayan okullarda bu anlamda çok farklı bir öğrenme sürecinin olacağına
inanıyorum. Referansı da bizim bu kadim mirasımız."
Yusuf Tekin, ezberciliğin muhafazakârlık ile ilişkili olan yönünün bir
örneği olarak karşımızda somut haliyle duruyor. Ama haklı olduğu bir nokta var:
Evet, ezber-cilik ile ezberlenen şey, öğrencinin kendi hayatına maalesef
sirayet ediyor. Bugün İslam-Arap dünyasının bilim, sanat, kültür, teknoloji,
uzay çalışmaları başta olmak üzere her alanda geri kalmasında bu ezberci
kafanın büyük bir sorumluluğu var. O yüzden PISA’da son sıralardayız, o yüzden
bilim ve teknoloji üretemiyoruz, o yüzden saman ithal eder hale geldik, o
yüzden bir türlü istikrarlı bir hayat kuramıyoruz, borç-harç içindeyiz. Uzay
çalışmaları yerine hafız yetiştirmeyi daha akılcı sanıyoruz.
***
Sonuç
olarak,
1) Bugün artık bilim sayısı giderek
artıyor. Ezberci bir sistemle “disiplinlerarası”
çalışma yapamaz, yaptıramazsınız.
2) Geçmişte bir çalışma, ev ödevi veya
kitap yazmak için bir tek geniş “ansiklopedi”
yetiyor, ondaki bilgileri doğru kabul ediyor yani “nesnel” bilgiye hemen ulaşabiliyorduk. Şimdi ise internette bir
konuda arama yaptığınızda on binlerce sonuçla karşılaşabiliyorsunuz. Peki, bu
sonuçlardan hangisini çalışmanızda baz alacaksınız? Yani bu koşullarda, onca
bilgiyi ezberci sistemle aktarmanız mümkün değil.
3) Bu durumda, en iyi yol, olabildiğince
çok bilgiye sahip olmak değil, önümüzdeki problemi çözebilecek “bilgiyi üretmek”, bilgiden yeni
bilgiler üretmek, giderek inşa etmektir.
4) Artık çok hızlı teknik ve teknolojik,
kültürel, toplumsal değişim ortamları yaşıyoruz. Hızlı bir küreselleşme süreci
bizi “yaratıcı” olmaya, “risk” almaya, “olasılıkları” hesaplamaya, “değişken”
ve “eğilimsel” bir kişilik edinmeye
zorluyor. ”Tutarlı”, “devamlı” ve “verimli” olabilmek için ezberciliğe
soyunmak yerine, ezberciliği bozan sistemler üretmeliyiz.
5) Ezbercilik, düşünmeden mekanik olarak
içine girilen bir soyutlama sürecine neden olmaktadır. Oysa, matematik, fizik,
kimya, biyoloji, sosyal bilimlerde öğrenilen bilgiler, başka alanlardaki
problemlerin çözülmesi için “transfer”
edilebilmeli. Öğrenme ortamları çeşitlendirilmeli. Bunu “çifte bilinç” ile yapmalıyız: Örneğin, sosyal medyanın ne olduğunu
öğretirken aynı zamanda sosyal medyayı bir öğrenme mecrası/ortamı olarak
kullanmayı da öğretmeliyiz.
6) Sorunun temeline inmek, sorunun
kendisini anlamaktan daha önemli çünkü temel, bize sorunun neden, nasıl ve
hangi şartlarda ortaya çıktığını gösterecektir. Semptomlarla değil, “nedenlerle” uğraşılmalı. Klasik,
bataklık-sivrisinek ilişkisi yani.
7) Kaynaklar hızla tükenir,
eşitsizlikler artar, adil olmayan bölüşüme maruz kalır, çevreyi hızla kirletir,
pek çok alanda yozlaşırken en büyük sermayemiz yine aklımız olacak. O yüzden, “davranış belleten ezberci eğitim”
yerine, “akıl üreten pedagoji”ler
üretmeliyiz.
8) Ezberci eğitimden kurtulmanın en iyi
yolu, “verili” bilgiyi aktarmak
yerine, öğrencinin bulup o bilgi üzerinden yeni, yaratıcı bilgi, proje ve
performanslar gerçekleştirmesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder