Eğitimde özgürleştirici bir yaklaşım mı?[i]
Kemal İnal
“Umutsuzluk,
bir sükut,
dünyayı inkar
etme ve ondan uzaklaşma biçimidir.”
Paulo Freire
(Pedagogy of the Oppressed, p. 80)
Eleştirel pedagoji, günümüzde
eğitim(d)e en önemli alternatif yaklaşımlardan biridir, çünkü günümüz egemen ya
da anaakım pedagojinin göz ardı ettiği ve fakat çok önemli bir konu olan
eğiten ile eğitilen arasındaki her türlü baskıcı ve hiyerarşik ilişkiyi ortadan
kaldırmak ve eğitimde nesne olarak tabileştirilen özneleri özgürleştirmek istemektedir. Her ne kadar köklendiği
tarihsel geçmiş epey eski olsa da, eleştirel pedagojinin bilinen etkili
iddialarının çoğunu günümüz eleştirel eğitimcileri ortaya koydu. Freire,
Bowles, Gintis, Apple, McLaren, Giroux gibi eleştirel eğitimciler, özellikle
Marksizm ve Frankfurt Okulu, Gramsci ve Althusser’den kalkarak eğitimin
altyapıyla (ekonomik yapı) ilişkisini kurdular; eğitimin sadece eğitim kurumu
içinde gerçekleşen sınırlı bir öğretim faaliyeti olmadığını açıkladılar.
Onlara göre eğitim, ekonomik yenidenüretim için yetiştirdiği işgücü ile sisteme katkıda bulunmakta; böylece eğitsel süreç ve materyaller ekonomi bağlamında
iktidar ile ilişkilenmektedir. Zaten eleştirel eğitimciler için pedagoji, bir
iktidar pratiği, siyasal gücün tesis edilmesi ve meşrulaştırılmasında önemli
bir pratiktir. Ancak bu pratik, egemen sınıfların düşüncelerine yer verirken
ezilenlerin (işçi, köylü, kadın, engelli, etnik gruplar, farklı ırk ve renkten olanlar vb.)
seslerini eğitsel materyallerde (müfredat, ders kitabı vb.) temsil etmemekte ve
bu sesleri boğmaktadır.
Eleştirel pedagoglar için bu seslerin eğitimde ve
eğitimle temsil edilmesi, mevcut eğitim sistemi içinde pek mümkün değildir. Bu
nedenle, ezilenlerin eğitimde ve eğitimle yeni bir bilinç kazanmaları için
pedagojinin yeni bir anlam ve kalıp kazanması gerekir. Başta Freire olmak üzere
birçok eleştirel pedagog, eğitimin kazanacağı yeni anlam ve kalıbın ancak
ezilenlerin sorunları ve dilleri üzerinden gerçekleşen bir eğitim pratiğiyle (praksis) mümkün olabileceğini ileri
sürer. Bunun için de eğitimde devrimci bir dönüşüm yapmak gerekir. Bu dönüşüm
pedagojinin demokratikleşmesini sağlayacak, her türlü ezilenin farklı, zengin,
renkli sesi eğitimde ve eğitimle hayat bulacaktır.
Bu makalede
eleştirel pedagoji, alternatif bir dünyanın yaratılmasında işlevsel olabilecek
bir yaklaşım olarak ele alındı. Küreselleşmeci ve neoliberal kapitalist
pedagojinin eğitimi metalaştırdığı-satılık, pahalı bir meta haline soktuğu-koşulların
bir özgürleşme imkanı barındırmadığı, bilakis eğitim öznelerini nesne konumuna
indirgeyerek onların eleştirel bilgi ve bilinç kazanmalarının önüne geçtiği
ileri sürülmektedir. Eğitim kurumlarının işletme zihniyetiyle yeniden
planlandığı koşulların değiştirilmesi, ancak eleştirel pedagoji ile mümkün
olabilir. Bu pedagojinin eleştirel niteliği kazanmasındaki en önemli yakıtı,
Marksizmdir. Marksizmin insanın yaratıcı potansiyeline verdiği değerden hareket
eden eleştirel pedagoji, öğrencilerin ancak sosyalleşebildikleri oranda
okullarında kendi potansiyellerini gerçekleştirebileceklerine inanır.
Bunun
için de eğitimin “sosyal” olması gerekir. Diyalojik yaklaşımın geçerli olduğu,
öğretmen ve öğrenci kategorilerinin iç içe geçebildiği, eleştirel bilinçlenmenin
esas olduğu “sosyal”[ii]
eğitimde pedagoji, eğitimde demokratik değerlerin ancak eğitilenlerin tabi olma
konumundan çıkarak gerçekleşebileceğine inanır. Makalede çeşitli eleştirel
pedagogların görüşleri bu çerçevede irdelenmekte ve eleştirel pedagoji anaakım
pedagojik anlayışlara karşı alternatif bir yaklaşım olarak
tanıtılmaktadır.
Eğitim, hem politiktir (Charlot,
1976; Giroux, 2008: 20) zira adalet, özgürlük ve eşitlik gibi siyasal değerleri
yayar hem de sınıfsal bir anlama sahiptir. Fakat eğitim, fiiliyatta ideolojik
açıdan politik içeriğini, bilhassa sınıfsal anlamını gizler. O halde eğitim ya
da onun uygulaması olan pedagoji, çocukların fikirlerini biçimlendirmede ideolojik bir rol oynar.
Pedagojinin ideolojik kamuflajı, sosyal işbölümünde ve sınıf mücadelesinde
eğitimin anlamlandırılmasına öncelik verir ki bu, sosyo-politik işbölümünün bir
sonucudur (Charlot, 1976: 7-25). Öyleyse, eğitim materyalleri, örneğin
“müfredat, bir ulusun metinlerinde ve dersliklerinde bir biçimde ortaya çıkan
tarafsız bir bilgi toplamı değildir. Müfredat, daima, seçici geleneğin, insan seçiminin, bir grubun meşru bilgi görüşünün
parçasıdır.” (Apple, 1998: 22) Eğitimin çeşitli materyalleri ve pratiklerinde
belirlenen ve tanımlanan meşruiyetin büyük ölçüde sınıfsal konumlanışın bir
sonucu olduğu ileri sürülebilir. Bu da eğitimi, basit bir sosyalleştirme,
kültürleme veya bilgilendirme pratiğinin çok ötesine taşır.
Böylesi bir yazıda tartışılması
gereken ilk şey, eğitimin, olumlu ya da olumsuzluğuna bakılmaksızın, politika
ve ekonomi gibi diğer kurumların sürekli etkisi altında olduğudur. Ne var ki
bu, eğitimin mutlaka toplumdaki egemen kurumlar tarafından kesinlikle ve
sürekli biçimde belirlendiği ve göreli bir özerkliğinin olmadığı anlamına
gelmez, zira eğitimin 1968’deki gençlik hareketi gibi kimi çağdaş akımlar
biçiminde olmak üzere yeni ilerici ya da devrimci eğilimleri yaratma
potansiyeli vardır. O halde, eğitim, diğer kurumlar gibi, sürekli bir çelişki,
çatışma ve gerilimlerin yaşandığı bir mücadele alanı olarak görünür.
Yine de, Shaul’un Ezilenlerin
Pedagojisi’ne Önsöz’de belirttiği gibi, “tarafsız eğitim süreci diye bir şey yoktur. Eğitim, ya genç kuşağı
mevcut sistemin mantığıyla bütünleştirmeyi kolaylaştırmak için kullanılan bir
araç işlevi görür ya da erkek ve
kadınların gerçeklikle eleştirel ve yaratıcı olarak ilişkilenmeleri ve kendi
dünyalarını dönüştürmeye katılma biçimlerini keşfetmelerini sağlamak anlamına
gelen “özgürlük pratiği” haline gelir.” (Freire, 1981: 15)
Buradaki en önemli nokta, eğitim ya da çağdaş pedagojik
pratiklerin, sosyal sorunları eleştirel biçimde ele alarak dünyayı dönüştürme
potansiyeli taşımasıdır. Fakat ne tür bir eğitim bunu başarabilir? Elbette bu,
statükonun doğrudan emrindeki bir eğitim olamaz, çünkü böylesi bir eğitimin
misyonu, otomatik biçimde mevcut sosyal ilişkilerin sürdürülmesidir. O halde,
tüm eğitim süreçleri kendi özneleri tarafından radikalleştirilirse ancak
eleştirel ve özgürlükçü eğitsel ortamlar yaratabiliriz. Dogmatik bir biçimde
belirlenmiş tutumların aksine bir eğitim sistemindeki radikalleşme, yeni fakat
devrimci eğilimleri besleyebilir ki, bu da öğrenci ve eğitimcilere tüm eşitsiz
ve adil olmayan yapıları eleştirme hakkı ve fırsatı tanıyacaktır. Öyleyse
radikalleştirilmiş bir eğitimin resmin öteki yanını yani ezilenleri dikkate
alarak yeni bir ses haline gelmesi oldukça mümkündür. Bu noktada Freire’nin
sözlerini aktarmak yararlı olacaktır: “Eleştirel bir ruhla beslenen radikalleştirme
daima yaratıcıdır… Radikalleştirme, kişinin seçtiği konuma artan bağlılığını ve
böyle yaparak da somut, nesnel gerçekliği dönüştürme çabasına daha fazla
katılımı gerektirir.” (Freire, 1981: 21-22) Bu sürecin, yani eğitimin
radikalleştirilmesinin, her politik ve sosyal aktiviteye gönüllü kolektif
katılım gibi demokratik amaçların peşinden gitme potansiyeli vardır. Fakat
teoride pek olumlu önem atfettiğimiz okulların dönüştürülmesi, egemen ideoloji
ve gruplar tarafından ütopya yani işe yaramaz, hatta imkânsız bir proje olarak
görülmektedir, zira onlara göre neoliberal görüşlerin ezici biçimde başat
olduğu piyasa yaklaşımları okullara artık hâkim olmuştur.
Günümüz okulları, demokratik
ideallerin peşinden gitmekten ziyade, müfredat ve okul bilgisinin bazı
alternatif görüşlerin çeşitliliğine değil, hâkim kültürel, sınıfsal ve etnik
grupların görüşleri üzerine temellendiği şirket ve neoliberal yönetimler gibi
kimi otoriter ve demokrasi karşıtı grupların hizmetindedir. Bu sistemde zira
tüm pedagojik ve örgütsel yaklaşımlar şirket çıkarları üzerine temellenen
piyasa değerlerine göre belirlendiği için test güdümlü müfredat ve yarışmacı
etik son derece yaygındır. O halde mevcut pedagoji, “öğretmenlerin içinde
çalıştıkları derslik, müfredat ve okul yapılarının eğitim profesyonelleri
tarafından biçimlendirilmeyi bekleyen tarafsız mekânlar olmadığı anlamına gelir.”
(Kincheloe, 2004: 2)
Apple tarafından da belirtildiği gibi “eğitim sistemi, geniş
sosyal ilişkiler çevresindeki yerinden ötürü, ciddi eylemin gelişebileceği
anlamlı bir mücadele alanı olabilir (Apple, 1995: 10). Eğitim, hem kapitalist
hem de onun kimi postmodern versiyonları gibi tüm egemen sistemlere
karşı ideolojik bir mücadele zemini ve demokratik ve sosyal kolektiviteye
yönelik eleştirel bilinci geliştirmeye açık modern bir alan olarak toplumdaki
kimi sorunlardan özgürleşmede hala çok anlamlı bir kurumdur.
Günümüzde
eğitimin dört temel sorunu
Günümüzde eğitim, eğitimin dışındaki
neoliberal, olumsuz sorunlar ya da sorunların yansımalarından ötürü birçok
krizin ortasında bulunmaktadır. Bu sorunlar ya da olumsuz içermeler aşağıda
belirtildiği gibi özetlenebilir.
İlk olarak, tüm dünyada, bilhassa
küreselleşmeyi takip eden yakın yıllarda, eğitime artan bir ekonomik ilgi söz
konusudur. Bazı eğitsel süreçlerin ağır hücumları altında olan eğitim sistemi,
“şirketlerin ideolojik yörüngesine ve ihtiyaçlarına doğru gittikçe daha hızlı
girmektedir.” (Apple, 1995: XXVI) Bu gerçek nedeniyle tüm okulların piyasanın
taleplerine yönelik dönüştürülmesine neden olan müfredatlar aracılığıyla
eğitimde ve eğitim üzerine teknik/idari bir bilginin ağır ideolojik üretimine
tanık olmaktayız. Apple’ın da belirttiği gibi zira “…teknik/idari bilgi
okullara egemen olan müfredat biçimleriyle yeniden girdiği için” (Apple, 1995:
147) okullar ya da eğitsel ortamlar klasik aydınlatma misyonunu kaybetmektedir.
Eğitimde bu yaygın eğilimden bazı sonuçlar çıkarılabilir: Eğitim hizmetinin,
artık hiç de sosyal bir hak değil, aksine piyasalaşma yönünde değerli bir
bireysel hizmet olarak görüldüğü bir durumda, özelleştirilmesi ve
metalaştırılması, satılık bir mal haline gelmesi. Bu, günümüzdeki pedagoji
üzerindeki neoliberal ideoloji ve küreselleşmeci ekonomik sistemin yarattığı en
önemli sonuçtur.
İkinci olarak, günümüz eğitimi, çoğu zaman sınıf atlamada
geniş nüfus kesimleri tarafından biricik etkili merdiven olarak görülmektedir.
Bu, son birkaç on yıldır eğitim kuramına geri dönen işlevselci bir eğitim
görüşüdür. Bu bakış açısına göre kendi çocukları için yoksulluğu alt etmede en
önemli araç olarak eğitimi gören birçok aile için sadece eğitim örgütü, yani
okullar, öğrencilerin yüksek bir maaş ve statülü iş elde etmelerini sağlayacak
önemli fırsatlar sunabilir. Çoğu yoksul aile, eğitimin toplumda yüksek statü
edinmede çok geliştirici bir rol oynayabildiğini düşünür. Spring’in de
belirttiği gibi, yoksullardan okulların onlara sosyal bir ilerleme sağladığına
ve okullaşma sürecinde bu ilerlemenin onların kişisel yeteneklerine bağlı
olduğuna inanmaları istenir. Böylece yoksullar, bu inançla fiili okul sistemini
desteklemede gönüllü olurlar, zira okula gitmedikleri için yoksul olduklarını
düşünürler. Ayrıca sosyal konum, okuldaki başarı ya da başarısızlıkla açıklanır
(Spring, 1991: 23-24).
Eğitime yönelik ve eğitimdeki bu işlevselci bakış açısıyla
maalesef eğitim ya da pedagoji, asıl sosyal karakterini, yani kapitalist
sistemdeki yabancılaştırıcı sosyal ilişkilerden özgürleşme karakterini kaybetmek
üzeredir.
Üçüncü olarak, günümüzün kapitalist küreselleşme koşulları
altında kitleler nezdinde eğitimi pedagojik dönüştürücü bir kurum olarak
algılama ortadan kalkmıştır. Kitleler, tüm egemen fakat tek boyutlu eğitsel
pratiğe katılırken pedagoji hep günümüz ulus aşırı şirketleri tarafından temsil
edilen statükoyu meşrulaştırmadaki yerini almaktadır. Ulus aşırı şirketlerin
adına iş gören küreselleşme, kimi geleneksel iş başında öğrenim görme süreçleri
ve yetişme biçimleri gibi yerel eğitsel pratikleri ortadan kaldırmakta; kaldıramasa
da itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.
Son olarak, bilgisayar ve internet temelli ileri
teknolojinin günlük hayatımıza girmesiyle eğitim, teknik açıdan yeni bir
nitelik kazandı. Maalesef şirketlerin ellerinde eğitim, teknoloji-yoğun bir
alan haline geldi. Böylece, teknolojik eğitimin ve bilgisayarlaştırılmış
pedagojinin günümüzde karşılaştığımız tüm sorunlara olası ve pratik çözümler
bulabileceğine yaygın olarak inanılmaktadır.
Bu makalede eğitsel sorunları çözmede yeni bir yaklaşım
açısından yukarıda ifade edilen dört problem eleştirel pedagojinin ışığında
tartışılmaktadır.
Eleştirel
pedagojinin kökleri
Eleştirel pedagojinin, örneğin Hegel’ci ya da Merton’cu
yaklaşımlar içinde çalışanlar kadar Marksist gelenek içinde çalışan bazı
kuramcılarda kökleşen uzun bir tarihsel geçmişi ve çeşitliliği vardır. İlk
planda Althusser (1989) gibi Marksist gelenek içinden gelen bazı
isimleri sayabiliriz. Althusser, eğitimi, sosyal formasyonun yeniden üretimi
açısından ideolojik bir devlet aygıtı olarak kavramsallaştırdı. Freire de, ‘Ezilenlerin Pedagojisi’ni (1981) onların
özgürleşmeleri açısından ele aldı. Baudelot ve Establet (1971)
gibi kimi Fransız kuramcılar da, Fransız eğitim ve okullarını sınıf bakış
açısından analiz ettiler. Bowles ve Gintis (1976) gibi bazı Amerikalı
eğitim kuramcıları da, ekonomik hayatın çelişkilerini Marksist eğitsel sınıfsal
yaklaşım açısından ele alıp eleştirdiler.
Eleştirel pedagoji,
asıl olarak, eleştirel kuram geleneği içinde kökleri olan eğitsel bir
yaklaşımdır. Örneğin, Hegelci çerçevede çalışan kimi Marksist olmayan Adorno,
Marcuse ve Habermas gibi Frankfurt Okulundan eleştirel kuramcılar (ki bunlar
yabancılaşma, kültür endüstrisi vb. kavramlara odaklanarak eğitim ve kültürde
öznelliklerin ideolojik yeniden üretimine epey önem verdiler) eleştirel
pedagojinin biçimlenmesinde önemli bir rol oynadılar. Giroux, kuramını büyük ölçüde Eleştirel Kuram üzerine inşa etti. Aronowitz ve Giroux’nun sözleriyle eleştirel kuramcılar,
“okulların ahlaki ve politik düzenleme amilleri olarak
oynadığı rolü analiz ederek ve bu rolü gizeminden arındırarak bir eleştiri dili
kurmaya soyunmuşlardır. Okulları eleştirel öğrenme ve sosyal güçlenmenin
mekanları olarak kavrayan programatik bir dil de onların çalışmalarından ortaya
çıkmıştır.” (Aronowitz ve Giroux, 1991: 87)
Toplumun yoksul kesimlerine yönelik olarak eleştirel kuramcılar,
yine Aronowitz ve Giroux’nun sözleriyle, “ezilen grupların tarihsel ve kültürel
pratikler ve bu pratiklerin okullarda baskı ve direnişin tikel ilişkilerine
meydan verdiği yollar üzerinde odaklanmışlardır.” (Aronowitz ve Giroux, 1991:
88)
Eğitim, toplum ve kültürdeki yeniden üretim süreçlerini
inceleyen Bourdieu ve Passeron (1992) gibi bazı Fransız kuramcılar, eleştirel
pedagojinin biçimlenmesine önemli katkılarda bulundular. Marksist olmayan ve kültürel
etmenleri ekonomik boyutlardan ve üretim biçiminde çok daha önemli gören
Bourdieu, eleştirel işlevselci adı altında sınıflanabilir. Merton’ın işlevselci
çerçevesinden hareket eden Bourdieu, okulların kuşaktan kuşağa geçen atfedilmiş
eşitsizlikleri yenidenüretme ve meşrulaştırmanın gizil işlevlerine hizmet
ettiğini, okulun toplumdaki geniş gruplar için bozuk işlevini göstermiştir.”
(Murphy, 1979: 30-31)
Yukarıda bahsedilen tüm bu kuramcılar eleştirel pedagojinin
biçimlenmesine önemli katkılarda bulundular. Günümüzde ise eleştirel
pedagoji daha çok Apple, McLaren,[iii]
Giroux vb Kuzey ve Güney Amerikalı eğitim kuramcıları tarafından temsil edilmektedir. Fakat
eleştirel pedagojinin bugün sınıf analizlerinden Mertoncu ve postmodernist
yaklaşımlara değin çok farklı yönelimleri olduğunu görmek mümkündür.
1980’lerden sonra eğitimde sınıf analizleri neoliberal kapitalist gündemden
dolayı ağırlığını kaybederken bazı yeni yaklaşımlar öncelikli ve en çok tercih
edilen yaklaşımlar olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda, örneğin bazı
kuramcılar, modernizmin özgürlükçülüğünü postmodern kimlik ve fark yaklaşımının
direnişçiliği ile birleştirmeye çalıştılar. Örneğin Aronowitz ve Giroux,
eleştirel pedagojide postmodernist düşünceleri kullanma gereğinden açıkça
bahsettiler:
“…Eleştirel pedagojinin bu versiyonunun en işe yarar ve
dönüştürücü yönlerini postmodern direnişin sınır pedagojisi dediğimiz bir
kuramını işe katarak geliştirmek istiyoruz. Bu bakış açısı içinde eleştirel
pedagoji meselesi, topluluk, dil, mekân ve olasılığa ilişkin geleneksel
görüşümüzü yeniden tanımlamaya başlayan şu yaygın kültürel ve politik
değerlendirmeler içine yerleştirilmektedir. Bu, fark(lılık) nosyonuna kamusal
yaşamın kalitesini artırmaya dönük ortak mücadelenin bir parçası olarak saygı
gösteren demokratik bir kamusal felsefeyi geliştirmeye kararlı olan bir
pedagojidir. Kısaca, sınır pedagojisi nosyonu, iktidar ve bilginin farklı
konfigürasyonlarının hem altını oyan hem de yeniden yerleştiren değişen
sınırların sadece onaylanmasını ileri sürmekle kalmamaktadır. Aynı zamanda
pedagoji nosyonunu demokratik bir toplum için modern mücadeleye de bağlar. Bu,
özgürleştirici modernizm nosyonunu direniş postmodernizmiyle bağlamaya kalkışan
bir pedagojidir.” (Aronowitz ve Giroux, 1991: 118)
Eleştirel
pedagojiyi tanımlamak
Eleştirel pedagoji öncelikle eğitimin öznelerinin, asıl
olarak öğrenci ve öğretmenlerin kimi zihinsel dönüşümlerine odaklanır. Bu
bağlamda “amacı, insanlarda, onları baskıdan özgürleşmelerini etkin biçimde
gerçekleştirmeye çalışan eleştirel bilinç ve farkındalığın geliştirilmesidir.” (Blackledge
ve Hunt, 1989: 121) Bu amacı
gerçekleştirebilmek için eleştirel eğitimciler, aydınlatılmış bireylerin
politik etkinliklerine onları gerçek çıkarları olarak bakarlar (Blackledge ve
Hunt, 1989: 121). Bununla onlar, öğrenci ve öğretmenlerin geleneksel rollerini
değiştirmeyi amaçlayan diyalog (ya da diyalojik ilişki) gibi okul içi eğitim
süreçlerine çok fazla önem atfederek müfredatın özgürleştirici biçimlerini
geliştirmeye çalışırlar. Örneğin, ‘ezilenlerin pedagojisi’ üzerine yazan
Freire, “diyalogsuz iletişimin ve iletişimsiz de doğru eğitimin olamayacağı
konusunda ısrar eder.” (Freire, 1981: 81) Ezilenlerle ya da yoksul kesimlerle
iletişim, eleştirel pedagojinin izlemesi gereken ana güzergâhtır. Öyleyse
eleştirel pedagoji öncelikle ve büyük ölçüde ezilenlerin
marjinalleştirilmeleriyle ilgilenir. Kincheloe’nin sözleriyle eleştirel
pedagoji,
“toplumun kenarında kalanlarla,
baskı ve marjinalleştirmeyle yüz yüze kalan bireylerin deneyim ve
ihtiyaçlarıyla ilgilenir. Eleştirel pedagoji, düzenin mitik merkezinden gelen
öğrencilerin deneyim ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmez sadece. Nitekim eleştirel
öğretmenler, daha önceden dışlanan bireyleri, onların seslerini, metinlerini ve
bakış açılarını ararlar. Bunun desteklediği anaakım bilim ve eğitim, güya
tipik olan üzerinde yoğunlaşabilmek için kenarda kalanları çoğu zaman dikkate
almaz. Bu yüzden eleştirel pedagoji, işitilme mücadelesi vermek zorunda
kalanların seslerini yükseltir.” (Kincheloe, 2004: 23-24)
Eleştirel pedagoji, eğitimi, sosyal gerçekliğin geniş bağlamı
içinde görmemizi sağlar. Nitekim Kincheloe’nin de belirttiği gibi eleştirel
pedagoji, geniş sosyal ve bilişsel vizyonlar üzerine temellenir. Bu bağlamda
“eğitimciler, sadece okullaşma, müfredat ve eğitim politikası sorunlarıyla
değil, fakat aynı zamanda sosyal adalet ve insanların potansiyelleriyle de
ilgilenirler. Bu dinamikleri anlamaya çalışan eleştirel eğitimciler, özel
öğrencilerin başarılarını yıkmayı kolaylaştırmaya çalışan topluluk kaynaklarını
kolaylaştırmak kadar okullar ile okulların bağlamı arasında bağlantılar
kurmanın yeni biçimlerini de tasarlarlar (Kincheloe, 2004: 7). Aronowitz ve
Giroux’nun (1991: 118) da belirttikleri gibi, “eleştirel pedagoji, öğretmen ve
öğrencilerin eğitime politik, sosyal ve kültürel bir girişim olarak bakmalarını
sağlar.” Eleştirel pedagoji, öğrenimi, eleştirel yurttaşların yetiştirilmesiyle
eşitler ve okullaşmayı demokrasi zorunluluğuna bağlar; öğretmenleri, demokratik
farklılık nosyonunu müfredatın örgütlenmesinin ve derslik içi uygulamanın
geliştirilmesi için merkezi kılarak angaje olmuş ve dönüştürücü entelektüeller
olarak görür (Aronowitz ve Giroux, 1991: 118).
Eleştirel eğitimciler için politika çok önemli bir alandır.
Bu alan içinde “eleştirel pedagojinin savunucuları okullaşmanın her boyutunun
ve eğitsel uygulamanın her formunun politik açıdan bir mücadele mekânları
olduğunu kabul eder”ler (Kincheloe, 2004: 2). O halde eleştirel pedagoglar
“konuları geniş açıdan ele almakla kalmamalılar, fakat aynı zamanda okulların
politik yapısını da anlamalıdırlar.” (Kincheloe, 2004: 2) Politik iklimin eğitsel kurumların müfredat
pratikleri içinde olduğu kadar günlük rutinleri içinde de çok derin biçimde
kökleşmesinden dolayı eleştirel pedagoglar, herhangi bir eğitim pratiğinin üst
sınıfların çıkar ilişkileri bağlamında göz önüne alınması gerektiği görüşünü
savunurlar.
Eleştirel
pedagojinin temel karakteristikleri
Temel karakteristikler, önem sırasına göre sıralanabilir.
İlk olarak, eleştirel pedagoji, sosyal ve eğitsel bir adalet ve eşitlik görüşü
üzerine temellenir. Eleştirel pedagoji, eğitimi, insana hizmetin ve toplumsal
gelişmenin geniş ortamının bir parçası olarak ele alır. Yanı sıra, sadece
okullaşma, müfredat ve eğitim politikası sorunlarıyla değil, sosyal adalet ve
insanların yapabilecekleri ile de ilgilenir.
İkinci olarak, eleştirel pedagoji, eğitimin politika
alanında çok derin biçimde kökleştiği inancı üzerine kuruludur. Eğitsel boyutta
alınan tüm kararların derin politik yansımaları vardır. Eleştirel eğitimciler,
mevcut eğitimin eşitsiz yapısını vurgularlarken, iktidarın eğitim dünyasında ve
okullarda ne tür ve nasıl rol oynadığını anlamaya özel önem sarf ederler.
Örneğin, onlara göre, “egemen kültürel çevrelerden gelen öğrencilere ilişkin
yapılan araştırmalardan çıkarsanan IQ testleri ve gelişimsel kuramlardan
yararlanan okullar, sosyal tabakalaşmayı yansıtmakla kalmaz, bu tabakalaşmayı
genişletirler de.” (Kincheloe, 2004: 6-9)
Üçüncü olarak, eleştirel pedagoji, insani sorunların
hafifletilmesine adanmıştır ki, bu durum, gerçek bir demokratik topluma ulaşma
projesinin etik bir parçası olarak görülür. Eleştirel pedagojinin savunucuları,
bilhassa sorun yaşayan, yaşamları ayrımcılık ve yoksulluk acısından olumsuz
etkilenen grup ve bireylerle ilgilenirler. Dezavantajlı birey ve gruplarla
ilgilenen eleştirel eğitimciler, “böylesi bir sorun yaşamanın nedenlerini
ideolojik, hegemonik,… disipliner ve devletsel düzenleme boyutlarıyla iktidara
ilişkin anlayışları içinde araştırırlar.” (Kincheloe, 2004: 9-12)
Son olarak, eleştirel pedagoji, yoksul öğrencilerin okullardaki
eşitsiz eğitim uygulamalarından zarar görmelerini ve marjinalleştirilmelerini
önleme konusuna çok önem verir. Doğal olarak eleştirel eğitimciler,
başarısızlıklarından dolayı öğrencileri suçlamazlar. Suçlama, neoliberal
eğitimciler tarafından savunulan bir görüştür. Onlara göre okullar, öğrencilere
zarar verici yerler değildir. Avrupalıların köle ticaretindeki kitlesel
kıyımlarına ilişkin bilgileri öğretmeyen aynı okullar, akademik problemlerden
dolayı öğrencileri suçlama yoluna giderler (Kincheloe, 2004: 12-14).
Giroux’ya göre eleştirel pedagojinin birincil işlevi, özgürleştirme olmalıdır ve eleştirel eğitimin asıl hedefi,
“öğrencilere, toplumun kendini oluşturmada oynadığı rolü eleştirel açıdan
inceleme imkânı verecek olan” (Darder, 1991: XVIII) becerileri, bilgiyi ve
araştırma biçimlerini öğretmede öğrenciler için bazı koşulların yaratılmasına
adanmadır. Yani, daha spesifik olarak eleştirel pedagoji, öğrencilere, okulların
onların bilgilerinin dışında bir hayata ilişkin hayal kurmalarını bile engellemek
için çalıştığını gösterecek olan araçları vermelidir (Darder, 1991: XVIII). O
halde eleştirel pedagoji, daha çok, öğrencilerin yaşadıkları koşulları
dönüştürmeyi düşünmek, eleştirmek ve eylemde bulunmak için eleştirel
kapasitelerini geliştirebilecekleri bir durumla ilgilenir. Dahası, kültürün
farklı yönlerine duyarlılığı geliştirme gereğini kabul eden bir bakış açısına
sahiptir. Buna ek olarak, eleştirel pedagoji, hâlihazırda kamusal okullaşma
söyleminin henüz bir parçası olmayan çok gerekli bir diyalogu üretmeyi amaçlar.
O halde eleştirel pedagoji, [öğrencilerinkini olduğu kadar] eğitimcilerin de
özgürleştirici çabalarını onaylar ve destekler (Darder, 1991: XVIII).
Eleştirel pedagoji, “kurumsal ihmalin sonuçlarının
üstesinden gelmek için mücadele eden adanmış (davaya bağlı) eğitimcilere
yardımcı olabilen dönüştürücü entelektüel bir güçlendirme edimi olarak kabul
edilir. Fakat dahası, sosyal baskının kısıtlamalarına karşı özgürleşme
mücadelesi veren insanların kolektif güçlerine olan inancın desteklendiği
politik bir umut ve olanak projesini temsil eder.”(Darder, 1991: XVIII)
Toplumdaki, özelde eğitimdeki tüm baskıcı pratiklere karşı çıkan eleştirel
pedagojinin, Giroux’nun (2008: 18-19) da belirttiği gibi, geniş ölçekte bilgi,
iktidar ve değerlerin denetim altına alınmak için ikincilleştirildiği bir yerde
demokratik karakteristiklere sahiptir. Eleştirel pedagoji, sadece, metinleri
kapalı bir şekilde okuyarak otoriteyi hesap verir kılmaktan, kimi radikal sınıf
pratikleri yaratmaktan ve medya okuryazarlığını teşvik etmekten çok daha
fazlasını ifade eder. Eleştirel pedagoji, aynı zamanda öğrenmeyi sosyal
değişimle, demokrasiyi eğitimle ve kamusal yaşama girme biçimlerini bilgiyle
ilişkilendirmeyle ilgilenir.
Sonuç
ve bazı öneriler
Kimi
problemleri çözmede günümüz eğitimine ilişkin herhangi bir umutsuzluğa yer
yoktur ve olmamalıdır da, zira çok açıktır ki, eğitim ve okullar, neoliberal
kapitalizm gibi kimi egemen ideolojilerin herhangi bir müdahaleyle
karşılaşmadan iş görebildiği yerler değildir. Eğitim, bilhassa okullar, Ivan
Illich’in ‘Okulsuz Toplum’da (1970)
savunduğu kimi tezlerin ve ‘Okulsuz Yaşam’da
(Hern, 2008) formüle edilen bazı liberal yaklaşımların aksine, birçok
özgürleştirici pratik ve fikre sahip olabilir. Bu bakımdan “okullar, ‘yalnızca’
yenidenüretim kurumları, önlenemez biçimde üretilen açık ya da gizli bilginin
öğrencileri eşitsiz topluma ayak uydurtan ve uydurtmaya istekli olan pasif
varlıklara dönüştüren kurumlar değildir.” (Apple, 1995: 13) Aksine, okul, birçok
başka işlevinin yanı sıra, ideolojik ve akademik müzakere ve pazarlıkların
gerek eğitimin özneleri tarafından eğitim içinde gerekse de okul dışındaki bazı
örgüt ve kurumlar tarafından pratiğe aktarıldığı bir mekândır. O halde eğitsel
görevimiz, eğitimdeki ticarileşme sürecine yanıt verebilmek üzere herkes için
demokrasi adına egemen sınıfın ideolojik hegemonyasını kırmaktır. Apple’ın da
belirttiği gibi bazı “kurumlar, bunların arasında okullar, sürdürülen ideolojik
hegemonya için gereken koşulların yeniden yaratılmasında hayati görevler icra
etmektedir.” (Apple, 1995: 16) Fakat eğitimde siyasal kaynaklı bir hegemonya,
sadece okulların tepesinden ve dışından kurulamaz. Hegemonya ancak eğitimde rutin
pedagojik pratiklerimizle yeniden üretilebilir. Fakat bu, eğitimde özgürleşmeyi
oluşturmada yeterli değildir, çünkü eğitsel sistemi kapitalist toplumun yeniden
üretiminde ideolojik bir aygıt olarak kullanan politik sisteme müdahale
etmediği sürece eleştirel pedagojinin bir şansı olamaz.
Eleştirel pedagojinin eğitimde
özgürleştirici bir yaklaşım olabilmesi için bazı sorumlulukları vardır. İlk
olarak, eleştirel pedagoji, egemen eğitsel sisteme karşı alternatifler sunmaktadır zira özgürleştirici karakteristikler içermektedir.
Bunun için bizim, mevcut adaletsiz ve eşitsizlikçi yapıyı dönüştüreceksek
eğer, ilerici eğitsel bir ortam oluşturmamız gerekir. Böylesi bir ortam,
Apple’ın sözleriyle, “öğrencilere sınırı tanımlamalarını sağlar ve okulda kendi
gündelik yaşamları içinde onlara güç veren ve okulun temsil ettiği ideolojik
değerlere karşı eyleme geçmelerini sağlayan işçi sınıfı temaları ve
tutumlarının bir düzenini geliştirmeleri imkânı sağlar.” (Apple, 1995: 92) İkinci olarak, eğitimdeki en önemli boyutlardan biri de, gerekli eğitsel
materyallerden ve mekânlardan dışlanmış olan madun grup ve bireylerin
seslerinin önlenmesiyle ilgilidir. Eleştirel eğitimciler, seslerinin işitilebilmesi
için her türden madun grup ve sınıflar için uygun pedagojik ortamlar
yaratmalıdırlar. Üçüncü olarak, okullar, kültürel ve politik açıdan
dezavantajlı ve marjinalleştirilmiş her grubun görüş çeşitliliğinin
güçlendirildiği ve pekiştirildiği “kamusal mekân” (Habermas, 1999) olarak
yeniden organize edilebilirler. Bu amacı okullarda gerçekleştirebilmek için
öğrenci ve öğretmenler arasında diyalog üzerine temellenen demokratik bir konuşma
ortamı acilen oluşturulmalıdır. Bundan başka, eğitim öznelerini kolektif
aktörler kılabilmek için eğitim sisteminde merkezci bir nosyon
olmamalıdır.
Eleştirel pedagoji, yabancılaştırıcı süreçlerden zarar gören
insanların özgürleşmeleri için çok önemli bir yaklaşımdır. Fakat eleştirel
pedagoji, en önemli anlamını, mevcut toplumu dönüştürecek büyük bir potansiyele
sahip olan işçi sınıf için taşır. Bu noktada McLaren (McLaren vd. 2006: 172)
tarafından da belirtildiği gibi, eleştirel pedagoji, işçi sınıfının eşitlik ve
özgürlük adına toplumu değiştirecek güce sahip olduğu inancı üzerine
dayanmalıdır.
Bu yaklaşımı
eğitimde görünür ve uygulanabilir kılmada üstesinden gelinmesi gereken birçok
engel vardır. Haliyle bu, sosyal yaşamlarımızın belirlendiği bazı olguların
kabul edilmesini gerektirir. İlk olarak,
“sosyal bir düzenin ürünleri olduğumuzu kabul etmeliyiz, her
ne kadar bu düzen dünya nüfusunun küçük bir kısmı için uygun maddi koşullar sağlarken
sosyal iyileşme adına temel ihtiyaçları karşılayabilmek için işçi sınıfını
kontrol etme kapasitesinin ötesinde kalsa da. Sadece kendimizi teslim etmede
değil, fakat emek gücümüzü, zihinlerimizi ve sosyal yaratıcılığımızı
özgürleştirmek için yürümemiz gereken yolun radikal kabulü anlamında da baskıcı
sosyal düzenin ürünleri olduğumuz önermesini kabul etmeliyiz.” (Reed, 1981:
201-202)
Önümüzdeki acil görev, eğitimi ‘sosyalize’ etmektir. Böylece
öğrencilerimizin her türden baskıya karşı mücadele etmelerini sağlayarak
pedagojik potansiyellerini görmelerine yardımcı olabiliriz. Eleştirel pedagoji
vasıtasıyla, öğrencilerimizin kültürel açıdan çeşitliliğini ve deneyimlerini
kabul ederek yeni bir toplumun kuruluşuna katılabiliriz. Bunun için, “gerçekten
demokratik yönetişim biçimlerini de yaratabilmeliyiz ve kâr mantığının tahrif
ettiği kültürel enerjileri özgürleştirmeye çalışmalıyız.”(Reed, 1981: 203)
Pedagoji vasıtasıyla eğitimde özgürleşme mücadelemiz, sosyal farkındalığın
inşası olmalıdır ki bu, “baskıya karşı meydan okumanın ve yeni bir sosyal düzen
yaratmanın sentezi olmalıdır; bu, yeni bir sosyal kimliğin keşfini beslerken insanların
yaşamlarındaki baskıya karşı koyabilmeleri için onları güçlendirmelidir.
Yaratıcı bir sosyal bağlılık için yeni bilgi ve beceriler üzerine konuşmaya
başlarken içselleştirilmiş baskı biçimlerini yok etmelidir. Eğer sosyal eğitim,
amacına hizmet edecekse, geliştirilmekte olan yeni kendine güvenin, halkın
iradesini yeniden kabul etmenin onların çıkarlarını savunmada karşı konulamaz
biçimde bir görev olarak önümüzde dururken bu baskıya meydan okuyucu
diyalektiği ete-kemiğe büründürmelidir.” (Reed, 1981: 203)
Sonuç olarak, eleştirel pedagoji, küreselleşen kapitalist neoliberal
eğitimin yarattığı tüm eğitsel sorunlara çözüm yolunda önemli bir imkandır. Eleştirel
pedagoji, eğer onu eğitimde özgürleştirici bir yaklaşım olarak kabul edersek
bizim için çok değerli olacaktır.
KAYNAKÇA
Althusser,
L. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları,
çev. Yusuf Alp-Mahmut Özışık, İletişim Yayınları, İstanbul, 1989.
Apple,
M. W. Education and Power, Routledge, New York and London, Second Edition, 1995.
Apple,
M. W. Cultural Politics and Education,
Teachers College Press, New York, 1998.
Aronowitz,
S. and Grioux, H. A. Postmodern
Education. Politics, Culture, and Social Criticism, University of Minnesota
Pres, Minneapolis, 1991.
Baudelot,
C. and Establet, R. L’école capitaliste
en France, François Maspero, Paris, 1971.
Blackledge,
D. and Hunt, B. Sociological Interpretations
of Education, Routledge, London, 1989.
Bourdieu,
P. and Passeron, J.-C. Reproduction in
Education, Society and Culture, Second Edition, Sage Publications,
London, 1992.
Bowles,
S. and Gintis, H. Schooling in Capitalist
America. Educational Reform and the Contradictions of Economic Life, Basic Books, Inc., Publishers, New
York, 1976.
Charlot,
B. La mystification pédagogique.
Réalitiés sociales et processus idéologiques dans la théorie de l’éducation, Payot, Paris, 1976.
Darder,
A. Culture and Power in the Classroom. A
Critical Foundation for Bicultural Education, Bergin & Garvey, New York,
1991.
Freire, P. Pedagogy of
the Oppressed, Translated by Myra Bergman Ramos, The Continuum
International Publishing Group Inc., , New York, 1981.
Giroux,
H. A. Eleştirel Pedagojinin Vaadi,
çev. Umre Deniz Tuna, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2008.
Habermas,
J. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev. Tanıl Bora-Mithat Sancar,
İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1999.
Hern,
M. (ed.) Alternatif Eğitim. Hayatın Okulsuzlaştırılması, çev. Eylem Çağdaş Babaoğlu, Kalkedon
Yayınları, İstanbul, 2008.
Illich,
I. Deschooling Society, Harper &
Row, New York, 1970.
Kincheloe,
J. L. Critical Pedagogy. Primer, Peter Lang Publishing, Inc., New York,
2004.
McLaren,
P. vd. Kızıl Tebeşir. Eğitim Söyleşileri, çev. Özge Yılmaz, Kalkedon Yayınları,
İstanbul, 2006.
Murphy,
R. Sociological Theories of Education, McGraw-Hill Ryerson Limited, Toronto,
1979.
Reed,
D. Education for building a people’s movement, South End Pres, Boston, 1981.
Spring,
J. Özgür Eğitim, çev. Ayşen Ekmekçi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1991.
[i] “Critical Pedagogy: a
modern emancipatory approach to and in education” In: Innovation in Education of Landscape Architecture through multi-disciplinary dialogue: Exploration of
in between pedagogy, science and practice languages “together”. Bilkent Üniversitesince
düzenlenen atölye çalışması 2009, Ankara, TÜBİTAK, 2010, ss. 150-157.
[ii] David Reed
(1981: 1-2), kapitalizme karşı bir halk hareketi oluşturmada eğitimin sosyal
bir nitelik kazanması gerektiğini ileri sürer. “Sosyal eğitim” adını verdiği
yaklaşımını dört temel ilke üzerine kurar: 1) Bir öğrenim sürecinin amaç,
yönelim ve karakterini belirlemek için öğrenenlerin değer ve sosyal ilgilerini
(çıkarlarını) kullanmak, 2) öğrenenlerin sosyal pratiğini inceleme sürecinin
temel içeriği haline getirmek, 3) öğrenenin pratiğini toplumun tarihsel
gelişimi ile ilişkilendirmek ve 4) öğrenenin pratiğini ileri götürebilmek
için ilerici grupların dersleri ve deneyimlerine yaslanmak. Reed’e göre bu dört
ilke, güçlendirici bir sosyal eğitimi geliştirmek için temel bir çerçeve sağlar
[iii] McLaren,
son yıllarda eleştirel pedagojiden devrimci eleştirel eğitime kaymış, son dönem
çalışmalarında eğitimin politik niteliğini ortaya koymak için Marksist iktisat
teorisinden bolca yararlanmış, inceleme ve çalışma odağına geniş çaplı
toplumsal sorunları da (emperyalist savaşlar, sömürü, Venezuela’da devrimci eğitim
sistemi, Zapatistalar, ekoloji vb.) katmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder