İslamcı Edebiyatta Müslüman Çocuk İmgesi




Kemal İnal



Malum, İslami eğilimli muhafazakâr ve neoliberal bir parti olan AKP 2002’den bu yana  iktidarda. Din, muhafazakâr kurumların başında geliyor ve AKP, toplumu muhafazakârlaştırmak için İslami bilgi, değer ve kuralları sonuna kadar kullanıyor. Erdoğan’ın annelerden (“kadın”lardan değil) beş çocuk yapmalarını istemesi, eğitimden dindar-kindar bir nesil yetiştirmesini beklemesi, kürtaja[1] karşı çıkması, içkiye çeşitli yasaklar getirmesi gibi çeşitli söz ve eylemleri, haliyle aile ve anne-kadın üzerinden çocuğu da kapsayan İslamcı bir toplumsal mühendislik projesini gündeme getiriyor. AKP, muhafazakâr bir toplumun temelini öncelikle aile ve çocuk üzerinden kuruyor. Peki, iktidarın yanı sıra çeşitli İslamcı kesimler ne tür bir çocuk modelinin peşindeler? İslam’ın sosyal mühendislik projeleri arasında yer alan “Müslüman Çocuk” imgesi neyin üzerine oturuyor? Bu yazıda, bu çocuk modelinin kabaca biçimde işlendiği İslamcı edebiyat ve daha özgül olarak İslamcı romanlardan bir kısmı ele alınacak; Müslüman eğilimli yazarların nasıl bir çocuk tasarladıkları irdelenecek.  



İslami Çocuk Anlayışı: Terbiye ve Tedip
Hristiyanlıkta yer alan çocuğun şeytan kaynaklı kötülüklerle doğduğu ve Tanrının kutsal suyuyla yıkanıp arınması gerektiği (vaftiz) anlayışı Müslümanlıkta yok. İslam’a göre her çocuk anasından temiz ve masum doğar. Çocuğun doğumu öncesi ve sonrasında şeytanın herhangi bir müdahalesi yoktur. Yedi yaşına gelene kadar çocuk, “akli baliğ” (akıl açısından sorumlu/olgun) olmadığı için söz ve eylemlerinden sorumlu tutulmaz. Dolayısıyla çocuk, cezai ehliyete sahip olmadığı için işlediği suç nedeniyle yetişkinler gibi cezalandırılmaz. 


Bu düşünce, Muhammed peygamber’in şu sözüne dayandırılır: “Buluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, sıhhat buluncaya kadar mecnundan kalem kaldırılmıştır” (Canan, 2001: 52). Yani çocukların işledikleri suç, suç yazılmaz. Yedi yaşından itibaren çocuklar genellikle yetişkinler gibi görülür, onlar gibi muamelelere maruz kalırlar.  İslam’da çocuk tümüyle dini değer ve kurallara göre belirlenir. Muhammed Peygamberin çocuklarla olan deneyimleri bu belirlemede esastır. Bu, İslam’da çocuğun tek bir kişinin söz ve eylemlerine göre tanımlandığını gösterir bize. Peygamberin çocuklarla olan çeşitli deneyimleri (çocukların onun ayakkabılarını veya abdest ibriğini taşımaları, mektupları için postacılık yapmaları vb.), daha sonra çocukların nasıl yaşamaları ve neler yapmaları gerektiğinin ölçüsü veya kalıbı oldu. 


Peygamber, tüm çocuklar için lider, övünülesi bir kahraman ve en büyük insan olarak görüldü, gösterildi. Eğitimin, görgü kurallarının, yaşamanın, velhasıl her şeyin ölçüsü olarak Peygamber, çocuklar için tek yol gösterici olarak belirlendi. Haliyle Peygamber üzerinden çocukların nasıl bir hayat yaşamaları gerektiği konusu belli kavramlar (Terbiye ve Tedip) üzerinden bir dünya görüşü üzerine oturtuldu.

      
Bütün İslami çocuk tasarımı veya gerçekliği/imgesi, “terbiye” anlayışına dayanır. Terbiye, hem eğitim hem de büyüklerin kurallarına sorgusuz itaat anlamına gelir. Terbiye anlayışına göre, çocuk anne-babasına mutlaka itaat etmelidir. Buna göre erkek çocuk babasının, kız çocuk da annesinin yolundan gitmelidir. Çocuğun ilk sorumluları anne-babadır. Çocuğun en iyi yetişme veya terbiye ortamı olarak aile görülür. Ailenin yerini hiçbir kurumun alamayacağı düşünülür. Erkek çocuk, babası gibi olmalı; onun mesleğini sürdürmeli, onun adına layık olacak eylemler gerçekleştirmelidir. Kız çocuk ise, İslami terbiye anlayışına göre gerekenleri (annesi gibi iffetli biri olmak, tesettüre girmek, evin işlerini yapmak, çocuk doğurmak, evinin/kocasının kadını olmak vs.) yapmalıdır. 


Erkek çocuk, elbette ideal Müslümanlığı temsil eder; kız çocuk ise, erkeğe göre biraz daha haklardan mahrumdur. Ama her ikisi de yedi yaşından itibaren ideal Müslüman olmanın koşulları veya gerekleriyle (Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, iftira etmemek, maruf emre karşı gelmemek gibi) sayısız emir ve yasağa uymak zorundadır. Çok sayıda ayet ve hadiste İslam’ın çocuğa ilişkin emir ve yasakları, Müslüman çocuk gerçekliği ve imgesinin aslında oldukça muhafazakâr olduğunu gösterir bize.




İslami çocuk yetiştirmede bir başka önemli kavram da “tedip”dir. Çocuğa “edep” vermek anlamına gelen tedip, toplumda onay gören görgü kurallarına uymayı ifade eder. Görgü kurallarına uymak için eğitim, yetiştirme, müdahale, önlem, ödül, ceza, azar birer tedip eylemi olarak kabul edilir. Tedip, vaaz ve nasihat verme, Allah’ın nasihatiyle korkutma (vaid), tehdit, dövme, hapsetme, ikram, hediye, ihsan, iyilik etme gibi çeşitli baskıcı veya ödüllendirici eylemleri de kapsar (Canan, 2001: 116-117). Çocuk terbiyesinde dayak mutlaka vardır. Muhammed Peygamberin dayağa caydırıcı etkisinden dolayı onay verdiği ama “henüz tıfıl olan çocukların dövülmesini” de yasakladığı ileri sürülür. Tıfıl, doğum ile buluğ arasındaki dönemi kapsar.



İslam’da çocuklardan on yaşına gelince namaz kılmaları beklenir, kılmadıkları takdirdeyse namaza alışmaları için dövülmeleri gerektiği belirtilir. Muhammed Peygambere göre çocuklara üç kereden fazla vurulmamadır. Yüze vurmak yasaktır. Bir İslam âlimi olan Kaabisi, dayak atılacak en uygun yerin ayakaltı olacağını belirtmiştir (Canan, 2001: 118). Ayakaltı dayak, Osmanlıda “falaka” dediğimiz ve okulların yanı sıra karakol ve başka resmi yerlerde de çokça uygulanan dayak atma yönteminin adıdır.


İslam’ın çocuğa bakış açısı, çocuğun yaşamıyla ilgili tüm alanları (aile, eğitim, arkadaşlık, çalışma, ödül-ceza, oyun, süt emme-sütannelik vd.) kökten belirlemiştir. Yukarıda ana hatları çizilen çocuğa ilişkin İslami mühendisliğin esaslarını İslami edebiyatta da bulmak olasıdır.




İslamcı edebiyatta çocuk              
Genellikle hem Batı’da hem doğuda ilk roman olarak kabul edilen “Hay bin Yakzan” (Yakzan’ın oğlu Hay), 12. yüzyılda yaşamış olan filozof İbn-i Tufeyl’in yazdığı bir çocuk romanıdır.[2] Bu kitap İslami edebiyat anlayışının ilk parlak örneği olarak değerlendirilir. 400 yıl boyunca Avrupa’da felsefi bir kitap olarak da okutulan bu eser, aslında doğayı gözlem yoluyla metafiziğe kayan, Tanrıyı bulan bir düşünceyi temsil eder. Eser, ilk “robinsonad” olarak kabul edilir. İnsanın (küçük bir çocuğun) yaşam ışığı olarak addettiği yaratıcıyı bulmasını işleyen eser, mistik arayışı kendini gerçekleştirme anlamında ele alır ve ilahi açıdan ideal özneyi temsil eder. Burada ontolojik alanda gerçekleşen eylemler (beş duyunun kullanılarak doğal ortamda karşılaşılan sorunların çözülmesi), epistemolojik alandaki arayışın (yaşam ışığı anlamında Tanrı) aracı olarak kullanılır. Asıl mesele, insanın fıtratında mevcut olan aklın, doğal gözlem ve deney yoluyla harekete geçirilmesidir. Bu anlamda, bu eser, aslında mistik bir düşüncenin genetik epistemolojiye (Piaget) kaydığı bir anı temsil eder. Biz insanlar, yaşadığımız hayatı (fizik dünya) gerçekte öte dünya (metafizik) için bir basamak, araç veya an olarak kullanırız. Burada çocuk kahramanın yaşadığı mekânda karşılaştığı zorlukları çözmesine eşlik eden yaşam ışığı (Tanrı) arayışı, fıtratın devreye sokulmasından başka bir şey değildir. İslam inancına göre fıtrat (mizaç, huy veya insan tabiatı) bizi belirlenmiş bir dünya içinde yönlendiren tek güçtür. Elbette bu fıtratın sahibi ya da oluşturucusu (Tanrı), insana doğru yolu gösteren tek otoritedir.


Bu roman, İslam dünyasında yazılan sonraki romanların temelini kökten belirledi. Yüzlerce yıl boyunca yazılan İslami kitaplarda çocuk, bu kitapta çizilen görüş (iyi bir Müslüman olmak için gerekenlerin yapılması) çerçevesinde tanımlandı. 20. yüzyılda modernleşme güzergâhına giren çeşitli İslami toplumlarda bu romanın derin izleri görüldü.

     
Özellikle 1980 sonrası yazılan İslami eğilimli çocuk romanlarında çizilen başkarakterler, 1950’li yılların Kemalettin Tuğcu romanları ile Yeşilçam’ın duygulu-duyarlı sinema kahramanlarının (Ayşecik, Ömercik, Sezercik vd.) bir başka versiyonu oldu ve fakat bu kahramanlar daha çok da yardımseverlik, şefkat, merhamet gibi naif değerler üzerinden ele alındılar. Batı’da 19. yüzyıl ile erken 20. yüzyıl romantik edebiyatın parlak örneklerinde de [3] ele alınan doğal çocuk naifliği, Romantik edebiyat tarafından adeta kutsandı; bu kutsiyet anti-seküler kalıplarla dini kitaplarda da yeniden üretildi. Burada mesele, çocukların özdeşleşebilecekleri iyi kahramanlar yaratmaktır. İslami eğilimli romanlarda, ilahiyatçı Profesör Hüseyin Peker’in de belirttiği gibi, çocuklar, okumayı öğrendikten sonra okudukları kitaplarda benimsedikleri kahramanlara kendilerini benzetmeye ve onların özelliklerine sahip olmaya çalışmışlardır. Onlardan o derecede etkilenmişlerdir ki, bazen roman veya hikâyedeki kahramanın üzüntüsüne ağlayarak iştirak etmişler; kendilerini okudukları kitapların kahramanının yerine koymuşlardır. O kahramanlar yardımsever, şefkatli, merhametli kişilerse, çocuklar da öyle olmayı tasarlamışlardır ( http://www.finikemuftuluk.gov.tr/forum/read.php?16,238).


Özellikle son dönemlerde çok sayıda İslamcı yayınevi [4], belli temalar-aile hayatı, günlük yaşam, insan ilişkileri, abdest ve namaz, ahlak vs-üzerinden giderek çocuklara belli bir inanç biçimini vermeye çalıştı. İnancın konuları (Allah, peygamber, ahiret vb.), etkili hikâyeler eşliğinde aktarılarak çocukta belli değerlerin (iman, ahlak, nefis vb.) güçlenmesine çalışıldı. İslami roman ve hikâyelerin kahramanlarının hemen tümü önce çok ciddi bir zorluk (nefis, yalan, boşanma, sokağa atılma, inançsızlık, şiddet, küfür vs.) içinde resmedilir; bu resim içinde çeşitli deneylerle sınanır (zorluklara göğüs germe) ve sonrasında doğru yolu (İslamiyet) bulması eşliğinde düğüm çözülür. Burada "hidayete erme" olarak popüler dilde ifade edilen durum (İslam’ı keşfederek güçlükleri aşma) oldukça naif bir dille işlenir. Tıpkı geçen iki yüzyılın romantik edebi ürünleri gibi bu eserlerde de, “kurtuluş teolojisi”, tümüyle çocuğun edineceği özelliklerine (ahlak, karakter, kişilik) odaklanır. Seküler hayatın (laik, bilimsel ve fakat bireyci kapitalizmin yanı sıra “Allahsız” sosyalizmin) nedeni ve sonucu olan arızalara çocuk roman kahramanları saf, temiz ve insancıl doğalarıyla yanıt verirler. Çocuğun merhamet, iyilik gibi duygularının harekete geçirildiği bu naif hikâyelerde sorun da bellidir çözüm de. Örneğin “Ağlayan Serçe” (Sadettin Kaplan) adlı romanda karlı bir kış gününde yavrularını doyurmak için yiyecek arayan bir serçeye yardım eden bir kız çocuğu (Tuba) üzerinden merhamet duygusu anlatılır. Burada merhamet gibi Müslüman kitleyi can evinden etkileyen konulara eşlik eden çocuk kahramanların isimlerinin de dinsel isim olmasına özellikle dikkat edilir.



Bazen de Batı’nın fabl (hayvanların insan gibi konuşturulmasına dayalı hikâye geleneği) yöntemi kullanılarak çocukların çok erken yaşta inanç kavramıyla tanışmaları amaçlanmaktadır. Örneğin Nur Kutlu’nun “Ahtapot Oktobus Allah’ın Kuddüs İsmini Öğreniyor” adlı çocuk kitabında çocuklara Allah’ın 99 ismi ve anlamı öğretilmektedir. İslami nitelikli birçok yayınevinin yayınladığı eserlerde Allah, Kuran, peygamber, Sahabiler, Cennet-Cehennem vd. çok sık kullanılan kavramlardır. Bu kavramlarla çocuklar aslında bu dünyada öteki dünya için yaşamaya ve düşünmeye çağrılırlar. Çocuk kahramanlar da yetişkinlerin kendilerinden istediği şeyi (en genelde, iyi bir mümin olmak) verebilmek için olanca güçleriyle gayret gösterirler. Bu gayretin ödülü de, öncelikle İslam’ın kabulü ya da amellerinin yerine getirilmesi bağlamında iç ferahlığıdır. Modern dünyanın her türlü sorununa karşı bu iç ferahlığı (ya da Aristocu anlamda Katharsis-arınma), bir tür kurtuluştur. Çocuk kahramanlar, bu kurtuluşun hem öznesi hem de nesnesi rolünü oynarlar. Öznesidirler, çünkü çocuk kahramanına Müslüman yetişkin yazar, onun kendi çabalarıyla gerçekleştireceği bir kurtuluş hikâyesinin başrolünü verir. Nesnesidirler, zira yazarın çizdiği resim içinde zaten belli bir rolü sorgusuz-sualsiz yerine getirmekten başka bir çıkışı yoktur. Daha öncesinde ise, zaten fıtratı (kaderi) ona başka bir yol çizme hakkı vermemektedir.


İslami edebi kitaplarda çizilen çocuk kahraman tipi, aslında belirlenmiş bir dünya içinde olmak bakımından özgür ve özerk değildir. Bu kitaplarda yazarına baş kaldıran bir çocuk kahraman görmek mümkün değildir. Müslüman yazarlar için edebiyat, bu bakımdan, bir misyonun basit bir aracı rolünün ötesine gidemez. Bu yüzden İslami edebiyat, adı üstünde, kahramanı üzerinden her türlü değerin eleştirisinin yapıldığı bir başkaldırı edebiyatı değildir. Tevekkül, merhamet, kader, iman gibi kavramlarla çocuk için çizilen bir dünya tasarımı, İslami bir sosyal mühendislik projesi olarak çocuğun dünyasının sınırlarını belirler. Bu dünya terbiye ve tedip dünyasıdır. Çocuk için belirlenen bir dünya söz konusudur. Bu dünyanın dışına çıkış, terbiye ve tedip ile engellenir.    

Sonuç             
Çocuklar için yazılan edebi ürünlerin büyük bir kısmının okuru, çocuklardır. Çocuklara hitap eden bir alan epeydir de var. “Çocuk edebiyatı” denilen alan, öncelikle bir edebiyattır. Edebiyat yönüyle de edebiyatın içinde en incelikli yazarlık biçimidir (Şirin, 2000: 9-10). Fakat İslami çevrelerde çocuk edebiyatının, incelikli bir yazarlık biçiminden ziyade dini propagandaya hapsedildiğini söylemek mümkün. Öyle olunca da İslami nitelikli çocuk kitaplarının yazarlığı, konu, anlatım, yazma tekniği son derece edebiyat dışı bir tarz sergilemektedir. Zira bu tür kitaplarda bütün sorun, edebiyatın kendini zengin kılarak edebi sınırları zorlamaktan ziyade, çocuğa belletilecek değerleri edebi ortamda çok kaba bir şekilde aktarmaktan ibaret. Burada çocuk, tüm renk, çeşitlilik, zenginlik, farklılık ve eylemleri içinde ele alınmak yerine, İslam’ın yol göstericiliğine muhtaç biçare bir varlık olarak resmedilmektedir. Üretilen “Müslüman çocuk” imgesi son derece şekilsel kalmakta; örneğin bu çocuğun yaşamı farklı boyutlar (sınıfsal, cinsel, dilsel, etnik, bölgesel, kültürel vb.) içinde verilmek yerine şematik (her yer ve mekânda aynı) bir çocuk resmi çizilmektedir. Bu çocuk, öncelikle son derece güçsüzdür; yetişkinler üzerinden İslam’a ihtiyaç duymaktadır. Ama İslam dini ile/içinde yaşayabileceği olası sorunlardan neredeyse hiç bahsedilmez. Sorunlar tümüyle seküler dünyanın özelliklerine atfedilir. Oysa İslam’ın kendi içindeki gerginlik, çatışma ve bölünmelerine dair bu kitaplarda bir iz bulmak boşuna. Bu haliyle İslami çocuk eserleri, yaşanılan sorunları çerçevelemede pek de gerçekçi değil. İmgesel olarak da Tufeyl’in kitabının epey gerisindeler. Bu da normal aslında, çünkü günümüzde İslami çocuk kitapları büyük bir piyasa haline geldiği için bu piyasanın nitelikleri sorgulanmamaktadır. İslam edebiyat çevresi nitelikli eleştirmen de yetiştiremediği için kendi içinde bir sorgulamaya gidememektedir. Bu da, çocuk edebiyatı diye kapsamlı bir propagandaya dayalı niteliksiz sayısız eserin üretilmesine yol açmaktadır. 
                    
Kaynakça
Canan, İbrahim. (2001). Allah’ın Çocuklara Bahşettiği Haklar, İstanbul: Timaş yay.
Ibn Sina-İbn Tufeyl, (2012). Hay bin Yakzan, çev. M. Şerefeddin Yaltkaya-Babanzade Reşid, Haz. N. Ahmet Özalp, 9 baskı, İstanbul: YKY
Peker, Hüseyin. (2011). “Merhamet eğitiminde model almanın önemi”, http://www.finikemuftuluk.gov.tr/forum/read.php?16,238 [Erişim tarihi: 26 Mayıs 2013].
Şirin, Mustafa Ruhi. (Haz.) (2000). Çocuk Edebiyatı, İstanbul: Çoc


[1] İslam’da kürtaj, çocuk katliamı olarak görülür ve Batı uygarlığı kürtaja geçit verdiği için kıyasıya eleştirilir. Bu konuda bkz. Canan (2001:157). 
[2] İlk “felsefi roman” ve ilk “robinsonad” olarak değerlendirilen, Tanpınar’ın Müslüman aleminin tek romanı olarak gördüğü bu eser, 14 . yüz yıldan itibaren çok sayıda Avrupa diline çevrilmiş ve pek çok düşünür ve sanatçı (Defoe, Bacon, Spinoza, More) üzerinde etkili olmuştur.

[3] Bu örnekler arasında Mark Twain’in Huckleberry Finn’in Maceraları, Johanna Spyri’nin Heidi’si, Hector Mallot’un Sans Famille’yi (Kimsesiz), Eleanur H. Porter’un Pollynna’sı ilk akla gelen örneklerdir. Bu çocuk kahramanlar adeta evliya (tüm kötülükleri gelip def eden, çocuk nezdinde insancıl bir mizaç çizen) rolünde boy gösterip her türlü yozluğun temel kaynağı olan yetişkinlere ders vererek onları doğru yola çekerler.  
[4] Cihan, Eren,  Nar, Nesil, Muştu, Alioğlu, Beyan, Uysal, Timaş vd.  

Yorumlar