Kemal İnal
Üstün Dökmen, kentin orta ve üst sınıf mevzilerinde
yerleşik, burnundan kıl aldırmayan ve fakat hayatı türlü-çeşitli
yabancılaşma içinde geçen Beyaz Türklere, bir parça rahatlığı ve ferahlığı güzel
birkaç söz, deyim veya açıklamada arayan, bulduğunda ise bundan garip bir
sevinç duyan mutsuz, sıkıntılı ve her şeyden şikâyet eden yetişkinlere,
bilhassa kadınlara 'pembe kalıplar' içinde psikoloji pazarlayan postmodern bir
meddahtır. Bu meddahlığını ya stand-up gibi postmodern bir biçimde yapan ya da
modern bir bilim insanı, deneyimli bir konferansçı veya ücretli bir insan
ilişkileri uzmanı olarak yerine getiren üstün Dökmen ne anlatıyor, neyi satmaya
çalışıyor acaba?
Öncelikle, Üstün Dökmen, kapitalizmin mahvettiği
ruhları yeniden sistem içinde rehabilite etmek adına kurbanlarına büyük
şeylerden değil, küçük şeylerden bahsetmemizi; hayatın ayrıntılarında,
kuytularında, diplerinde veya marjinlerinde kalmış değerleri yeniden
hatırlamamızı istiyor. ‘Birbirimizi sevmeliyiz’, ‘günlük yaşamda nazik
olmalıyız’, ‘aşka da zaman ayırmalıyız’, ‘aile büyüklerinin ellerinden
öpmeliyiz’, ‘hayata iyimser bakmalıyız’ tadındaki mesajlarıyla seslenen Dökmen
için ”pembe psikoloji” tadında akan konferansları, stand-up’ları veya diğer
şovları, aslında bir tür arınma-katharsis-işlevi gördüğü için bir cennet misali
çıkış kapısı olabilir diye düşünüldü pek çokları tarafından. Bu anlamıyla
Dökmen, bir "kir sökücü", "ruh onarıcı", "sökük dikici", "profesyonel tamirci" veya "modern brikolör" rolünü
oynadı uzun zaman; mutsuz, bıkkın ve çaresiz
orta sınıf Beyaz Türk (fevkalade laik, çok kentli, alabildiğine
uygar, ince zevklerin peşinden koşan, adabı Batılı, eğitimi pek modern) yetişkinlerinin “yar bana bir eğlence”
nidalarına da pek duyarlı bir zamane meddahlığı başarıyla yerine getirdi.
Elbette bu başarının maddi-manevi getirileri yok
değil: çok para, büyük bir şöhret, adı üzerinden bir marka, paralı hizmet veren
özel YÖNDER Okulları, Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim Akademisi, 15 ilde hizmet
veren Küçük Şeyler Anaokulu zinciri ve diğer şeyler. Türlü rol ve kılık içinde
gördüğümüz bu postmodern meddahın psikolog, profesör/akademisyen, şair, yazar, romancı, TV programcısı, tiyatro eseri sahibi, stand-up’çı, özel okul işletmecisi
müteşebbis gibi bir koltukta taşıdığı onca karpuzla hak ettiği şöhretin açtığı
kapılar bir yana, bize anlattığı bir şeyler olması gerekir.
Eva Illouz, Soğuk
Yakınlıklar. Duygusal Kapitalizmin Şekillenmesi (İletişim Yayınları, 2011)
adlı kitabında şöyle der: “…piyasa bazlı kültürel dağarcıklar sosyal ve
duygusal ilişkileri şekillendirip bilgilendirir ve sosyal ilişkiler ekonomik
ilişkilerin tam merkezinde yer alır… [P]iyasa dağarcıkları psikoloji diliyle iç
içe geçip birleşerek yeni sosyalleşme biçimlerini düzenlemek için yeni
yöntemler ve anlamlar sunar” (s.17). Beyaz Türk orta sınıflarının tam da
ihtiyaç duyduğu şey, iyice sıkışan, çok göç alan, site hayatına hapsolan,
Öteki’nin her adım ve köşede göründüğü bu dar mekanda (Türkiye’nin metropol
kentlerinde) kendi ideolojisi, yaşam tarzı ve çeşitli pratiğiyle
sosyalleşebilmektir. Orta sınıfların bir yandan burnundan kıl aldırmaz, bencil,
komşusuna/Öteki’ne kör ve fakat öte yandan steril bir kent dili üzerinden
kurulacak uygar sosyalliklere aç olan çelişkili durumları, sosyal değerler
dünyası adına kitlesel bir mücadeleden ziyade, bire-bir terapilere, o da olmasa
cemaat halinde meddahlık terapilerine ihtiyaç gösterecektir. Elbette piyasa dağarcıkları psikoloji diliyle
iç içe geçip yeni bir sosyalleşme biçimi sunduğunda bunun bir fiyatı olacaktır.
Eğitimini olduğu kadar duygusal ve ruhsal dünyasını bir makine gibi görüp
onarmaya çalışan ve fakat bu makinenin neden, nasıl ve ne zaman bozulduğuna hiç
kafa yormayan orta sınıf zevzeği için mutluluk, uzun erimli bir toplumsal
mücadeleyi değil, kısa süreli, deyim yerindeyse carpe diem tarzı bir felsefenin peşinden koşulmasını
gerektirmektedir.
İşte, her sözü ağzı açık, huşu içinde dinlenen, dinlenince kendinden geçilen, “adam ne de tatlı konuşuyor!”, “hah, işte tam da bu!” diye
düşündürten Üstün Dökmen, müşteri-seyircileri için geleneksel bir paternal
karakterinde öğüt verir, ikaz eder, formül açıklar, yol gösterir. O, atalarımızın bizim için bugüne postaladığı bir mektup, modern bir mesaj. Beyaz Türk
orta sınıfların, kaybettikleri büyük davayı ikame etmek adına bari “küçük şeyler”e sarılmaları,
züğürt tesellisi olmanın ötesinde, artık bir yaşam tarzı haline geldi. Zira
basılan her kitabı çoksatar listesine bile-isteye çıkartılan, her TV programına
koşarak gidilen, açtığı okuluna çocukların gözü kapalı kaydettirildiği (bu
küçük şeyler arayıcısı sınıf için) Dökmen, bulunmaz bir Hint kumaşıdır.
Bu
bakımdan Dökmen, orta sınıfın sinik/kinik bireyleri için bir uzman veya
profesyonel olmanın ötesinde, kendileri gibi biridir. Guru'dur, Koç'tur, Mentor'dur, Rehber'dir, yolu gözlenen Bilge'dir. Açlığa, sefalete,
sömürüye, Öteki’nin hak ve özgürlüklerinin çalınmasına
seyirci kalan Üstün Dökmen ve müşterileri için seyir, steril bir dünya içine
kurulan plastik hayat tarzını icra edenlere bir çare olarak görünür. Ama
öte yandan, onca empatiden bahsederken ezilenlerin seslerine ve yok edilen
bedenlerine kör kalan bu plastik hayat arayıcıları için önemli olan toplumun
bilgisi olan Sosyoloji, Öteki’nin kültürünün bilgisi olan Antropoloji,
tarihlerini piç ettiğimiz uygarlıkların bilimi olan Arkeoloji değil, huysuz,
çıkarcı ve egoist kentli bireyin bilimi haline getirilen Psikolojidir.
Psikoloji bilimi içinde(n) konuştuklarında ise, tek dertleri kapitalizmin
dağladığı ruhlarını onarmaktır. İletişimi toplumsal sınıf içi kod çözmeye,
empatiyi sadece bir tür uygar/modern bireyle dayanışmaya, terapiyi haz
kapasitesi aşınan bedenlerinin onarımına indirgeyenler için bu "postmodern
meddahlık" veya seyir geleneği, basit bir piyasa numarası olmanın çok ötesinde
anlamlar taşır.
Kendini kişisel gelişim, yaşam boyu öğrenim, koçluk gibi neoliberal kapitalizmin piyasa diliyle kuran postmodern meddahlığın pazarladığı pembe
psikolojinin elbette sosyal psikolojiyle hiçbir yakınlığı veya akrabalığı yok.
Zira Dökmen’in paralı veya gönüllü meddahlıklarında sergilediği performanslarda
standart hep belli bir hat üzerinde kurulur; bu hattın üzerinde mesela
Türkiye’de ırkçı gerilim, Öteki'ni linç girişimleri, birilerine düşmanlık, birilerini dışlama gibi
konular yoktur. Bu haliyle Dökmen, bir tür apolitikliği izleyicisine politik
bir angajman sağlayacak derecede aktarabilme becerisi gösterebilmektedir. Bu
aktarma sürecinde insan ruhunu rehabilitasyon üzerinden sadece makinenin
başarısına (düzgün çalışan bir makine dizgesi) endeksleyen bir tutumun olduğunu
not etmek gerekir. Kendini sadece terapötik bir ruhsal sağaltımda değil,
yeme-içme, sağlık, spor, eğlence, sosyalleşme gibi değişik alanlarda gösteren
bu inadına başarı-inadına sağlık-inadına makine düzenine tehdit gösteren her
türlü düşman (yoksullar, onların yarattığı çevre kirliliği, yine onların neden
olduğu gürültü ve trafik, bitmeyen kente göçleri vs.), elbette “küçük şeyler”in
“büyük düşmanları”dır.
Verimi ve etkisi düşen cinsellikleri, bozulan gıda ve
beslenme tarzları, öfkeleri, fobileri ve kaygılarının nedenlerini ezilen ve
sömürülenlere boca eden bu Türk işi WASP (Beyaz Anglo-Sakson, Protestan) ideolojisi,
kendini en etkili biçimde Üstün Dökmen’in sözlerinde bulur. Beyaz Türklerin ruhlarını doyuran bu ideoloji,
dinsel anlamda ruhu gerici bulur; kitle bilincini sadece kendi sınıfının
çıkarları söz konusu olduğunda alkışlar veya meşrulaştırır. Benlik, cinsellik
ve özel hayat bu sınıf için kişiliğin merkezidir. Bunlar bozuldu mu yerinde
sayan makinenin yeniden hareket etmesi için Üstün Dökmen’in küçük şeylerine
muhtaç kalan bu insanlar, kendini gerçekleştirmeyi engelleyen sosyal nedenleri
hep Öteki’nin kabahati olarak görürler. Ama hep çelişki içinde kalarak. Şöyle
ki, gerilik olarak kodladıkları akrabalık ilişkilerini, çeşitli bayramları,
türlü sosyal aktiviteleri çoğu zaman iç geçirip izlerler.
Üstün Dökmen, aslında komple bir terapi kurumu gibi
çalışmakta; hem destek grubu gibi, zaman zaman talk şovcu edasında, kiminde
danışmanlık vererek, ama mütemadiyen rehabilitasyon programları yaparak,
elbette kar amaçlı seminerler de gerçekleştirerek terapilerini Türk işi WASP’ın
benliğinin performansının geliştirilmesine harcar.
Kim bilir, belki de artık Türk Beyaz orta sınıfları
Üstün Dökmen sayesinde geçmişe göre daha mutludur. Öyle olsa bile, Dökmen ve
benzerleri sayesinde artık duygusal sağlık meselesi, sosyal ve ekonomik alanda
dolaşımda yeniden üretilen bir metaya çoktandır dönüşüverdi. Öyle Freud’cu veya
Lacan’cı anlamda derin psikanalizlere gerek yok; zira sorunun kaynağı derinde
değil, yüzeyde. Bize göre, Türk WASP’ının sorunu, aşağıya baktığında oraya
düşmekten korktuğu proletarya, yukarıya baktığında ise bir türlü ulaşamamaktan
dolayı kasılmalar yaşadığı, gerginlikler geçirdiği, kaygılara kapıldığı büyük
burjuva hayatıdır. İşte Üstün Dökmen, soruna şahane bir çözüm bulmuş durumda;
elbette Beyaz Türkler nezdinde. Postmodern meddahlığı zamane stand-up ile
sentezleyen Dökmen, sosyal ilişkileri sakatlanmış egoist orta sınıf bireylerine
içinde rahatlayabilecekleri bir mevsimlik otel konforu sunuyor. Şaftı kaymış
orta sınıf Beyaz Türk için bu terapötik seanslar aslında bayağı ucuza da
geliyor. Zira bu birey, ağzı açık dinlediği bu terapötik skeç, konferans veya
seminerler sayesinde büyük bir piyasanın (psikolojik ikna, kişisel gelişim
edebiyatı, öğüt endüstrisi, devlet, ilaç şirketleri, internet teknolojisi
vs.-Illouz) ağına takılmadan makinesini az-çok onarabildiğini düşünüyor.
Ne
onarma ama!
Yorumlar
Yorum Gönder