Kemal İnal
Popüler olmanın en yaygın anlamı, geniş kitleler
nezdinde “tanınır” olmaktır. Tanınırlıktan kasıt, bilinen, beğenilen, özenilen,
benzemeye çalışılan, idolleştirilen bir insanın, fikrin ya da nesnenin,
alışkanlık ve geleneğin halk kesimleri tarafından “bilinmesi” ve “kabul
edilmesi”dir. Bu edim, yani bilme, halk tarafından kendi başına gerçekleştirilen
eylemleri kapsamaz. Halk, kendisine sunulan, en çok da medya tarafından servis
edilen popüler kişi, fikir ve diğer şeyleri beğenisine uyarsa alır ve hanesine
kaydeder. Dolayısıyla popülerleşmede, kitle tanıtım pratiklerinin (reklam,
propaganda, manipülasyon vb.) medya profesyonelleri tarafından yaygın
biçimlerde kullanıldığını biliyoruz. Diyelim bir gecekondulunun müzikte kimi ve
hangi tarzı popüler olarak tanıyacağı, büyük ölçüde popülerleştirilecek olan
müzisyenin tanıtım çalışmalarına bağlıdır. Ama halk da kendi popüler
kişiliklerini hiç de piyasaya (medya, reklam şirketleri vb.) sormadan yaratabilir.
Burada mesele, “çağdaş” popülerleştirme süreçlerinde halk kültürünün ne oranda
yer aldığıdır. Popülerleşme, halk kültürüne karşı mı, yoksa ondan yararlanıp
yeni biçim ve formatlarda ürünler mi vermektedir?
Ekletizmin göbeği: Moda kalıpları içinde halk kültürü
Son yıllarda halk kültürüne ait müzik türleri, el
sanatları, mimari tarzlar ve giyim-kuşam pratiklerinin piyasa ve medya
dolayımıyla yeniden güncelleştirildiğini ve üretildiğini görüyoruz. Geçmişte
kentsel üst ve orta sınıflar tarafından aşağılanan, reddedilen ya da görmezden
gelinen geleneksel giysilerin (şalvar, çinti, cepken, kaftan, peştamal, yelek
vb.) birden moda olup popülerleştiğini gördük. Arabesk denilen ve yine kentsel
üst ve orta sınıflar tarafından aşağılanan müzik türünün rock grupları ve
müzisyenleri tarafından baş tacı edildiğine de tanık olduk. Bu alıp dönüştürme,
piyasanın diline tercüme edip yeni kalıplar içinde pazarlama edimi, günümüzün
neoliberal kapitalizmin iktisadi koşullarında çokça uygulanmaktadır. Özellikle yeme-içme
patriklerinde kebap, döner gibi yemeklerin ya da eskiden koca-karı ilaçları
diye geçiştirilen birtakım otların, hacamatçıların şimdi müşterileri çokçadır. Alternatif tıp,
adeta modern tıbba seçenek oluşturacak şekilde genişlemekte ve güçlenmektedir. Geleneksel
ürünlerin sandıklardan, tozlu raflardan, yeraltından çıkarılmasında, halkın
kendi inisyatifinden ziyade piyasa profesyonellerinin eylemlerinin daha fazla
belirleyici olduğunu söylemek mümkün. Yeniden popüler kılınan bu eski halk
ürünlerinin, kendi kültürel bağlamları dışında başka bir mantıkla alımlandığını
söylemek mümkün. Geçmişte şalvar, bir köylünün sadece giyim ihtiyacını
karşılardı (şimdi bile öyle); oysa şimdi şalvar, kentsel ortamlarda belki de
kentsel sınıfların bir otantiklik (kök) arayışına hizmet eden bir giyim nesnesine
dönüştü. Şalvarın ya da halkın kendisinin ürettiği kültürel ürünlerin
yeniden “kıymetlenmesi”, popülerleşme sürecinin sadece kültür temelli
işlemediğini gösterir.
Yerli köy
dizileri: Makyajlı, porselen dişli köylü kızları
Yine son yirmi yılda yerli TV dizilerinde merak
salınan, ele alınan, işlenen ve geniş kitlelerce izlenen (reytingleri
yükselten) konular da, aslında halk kültürü içinde çokça ele alınan izleklere
dayanmaktadır. Kan davası, aşiretler arası savaşlar, kız kaçırma, berdel gibi
halkın kendi derdini içinde yaşadığı olayların yeniden ele alınıp popüler
kılındığı gözlendi. Halk, bu dizilerdeki temalara yabancı değil ama
sanki başka bir formatta yeniden üretildiği için popülerleştirme sürecine daha
canlı katılmakta ve böylece reyting mekanizmasına olumlu cevap vermektedir.
Halkın, bu dizilerde, diyelim köy ortamında geçen bir dizide izlediği oyuncuda
hiç de garipsemediği noktalara-köylü kıyafetine eşlik eden porselen dişler,
uzun ve ojeli tırnaklar, yüzdeki aşırı makyaj, küçük burun, ince vücut hatları, botokslu suratlar vb.-dikkat etmesi pek de görülmez. Zira bir oyunu ya da oyuncuyu, hatta bir
konuyu popülerleştirmede bağlamın ters-yüz edilmesinin farkına varılması, ancak
ciddi bir medya okuryazarlığı eğitimini gerektirir. Oysa medya profesyonellerinin,
böylesi bir okuryazarlık olmadığı bilgisinden hareketle, halk kültürünün içine
olmayacak modern unsur ya da formatlar sokması, son derece kolay olmaktadır.
Şark köşesi: Kentsel ortamda otantik kültüre duyulan “sahte” özlem
Türkiye’de popülerlik, halkın bir biçimde kendini ve
kültürünü daha amansız biçimde içine soktuğu egemen mekanizmalardan biri haline
geldi. Popüler kültürün getirisi yüksek bir alana dönüşmesine çoktandır zaten
tanık olmaktayız. Burada olan en kötü şey, halkın kendi otantik kültürünü
giderek küçümsemeye yönelmesi, yöneltilmesidir. Özellikle sınıf atlama, çevre
değiştirme, başka bir kültürel ortama girme beklentisinin yüksek tutulduğu sistemsel koşullar içinde halk kesimleri,
geçmişinin derin kökler saldığı kendi kültürüne bir yabancı gibi davranmaya
itilmektedirler. Bu yabancılaşmanın geldiği en sembolik ve yaygın ifadelerden
biri de, evlerde ve çeşitli iş yerlerinde (en çok da lokantalarda) üretilen
“şark köşeleri” oldu yakın geçmişte. Şark köşesi imgesi, bir bakıma kırsal değerleri yeniden
hatırla(t)mayı, yeniden yaşamayı içeriyor görünse de, aslında popülerleşmeye
teslim olmanın bir ifadesidir. Belki, halkın içinden geldiği kültür kimliğinin
ayrılmaz bir bileşeni olmayı ifade ediyor olabilir ama sanki kentsel ortamda,
kentsel bilinç ve mekanda son derece eğreti duruyor gibidir. Neredeyse herkes
kentsel ortama geldiğinde şarka özgü tavır ve davranışlardan bir an evvel
kaçmaya, kurtulmaya, dahası Batılı gibi görünmeye çalışırken öte yandan kimilerinin
şark köşesi için bir yığın para harcaması, aslında piyasa diline tercüme edilen
halk kültürünün ne kadar da müzeleştirildiğini, simgeselleştirildiğini, paraya
söz konusu edildiğini göstermektedir.
Kuşkusuz köyüne, kültürüne, otantik
kimliğine hasret duymak, anlaşılabilir bir duygudur. Nihayetinde bu tür
edimlerin altında köksüz kalmanın yarattığı etno-psikolojik gerilimler vardır.
Ancak tıpkı Batı’da olduğu gibi, halk kültürüne (mutfağına, giyimine, el
sanatlarına vb.) sadece belirli gün ve ortamlarda yer verilmesi, işin daha çok
ticari boyutlarda (sergileme, müzeye koyma üzerinden piyasaya sunma)
algılandığını göstermektedir. Bu süreçte rol alan halkın kendi kültürü
karşısında sahte tavırlar içine girmeye çağrılmasının yoğunluğu giderek
artmaktadır. Kuşkusuz özü, özgünü, kökleri, otantik olanı, halkın gerçek ve
doğal ürünlerini kentsel ve metropol koşullarında korumak son derece zordur ama
gereklidir. Zira her kültür, dünya halklarının ortaya sürdüğü bir zenginliktir.
Bu zenginliği yeniden üretirken halkın kendi kültürüne dışardan ve bir yabancı
gibi yaklaşmaması için bir şeyler yapılabilir.
Sonuç: Halk
kültürünü popülerleştirmeden yaşatmak
Günümüzde neredeyse tüm toplumlarda medeniyet
dediğimiz ve daha çok teknoloji, ulaşım, enformasyon, bilim vb. düzeylerde
algılanan tarzın kültürel içeriğinin küreselleşmenin de etkisiyle bir
örnekleşmemeye başladığını gözlüyoruz. Yemek (hamburger), dil (İngilizce),
müzik (rock, rap, hip hop vb), giyim (kot pantolon), iletişim (e-mail) vb noktalarda giderek tek
bir kültürün yarattığı hava, kültürel çeşitlik ve zenginliği boğmaya, hatta bombalamaya başladı.
İşin üzülecek bir başka tarafı da, Halkbilim, Etnoloji, Antropoloji gibi disiplinlerin
yaşadığı itibar kaybıdır. Popülerleşme mekanizmasını kullanan odaklar (piyasa,
medya, düşünce kuruluşları vd.), halka dair ne varsa, bunları “eski, arkaik,
geleneksel, kadim, işlevsiz, ilkel” gibi sıfatlarla görünmezleştirmeye
(invisible) çalışmaktadır. Böylece popülerleşemeyen, popülerleşse de gerçek
içeriği ve bağlamından edilen halk kültürü, giderek önem ve etkisini
yitirmektedir. Buna karşı durmanın çeşitli yolları vardır: Halkın otantik
ürünlerini yaşatacak program ve projeleri hayata geçirmek, bu ürünleri eğitim
sürecinde tanıtmak ve öğretmek, medyada bu konuda farkındalik ve bilinç oluşturmak vs. Mesela otantik çocuk oyunları giderek tarih sahnesinden silinmek
üzeredir. İnternette ekran temelli oyunlara dalan çocuklar birçok bakımdan
(asosyal, yalnız başına, hareketsiz, radyasyon ve elektriğe maruz kalarak vb.)
sorunlar yaşarken eski geleneksel oyunların açık mekanda, özgürce, esnek
kurallı ve yoğun fiziki aktivitelere dayalı havasından mahrum kalmaktadırlar.
Öyleyse sorun, halkın kültürünü, yaşamak ve yaşatmak için daha fazla çaba harcarken
neler yapılacağını belirlemekte düğümlenmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder