ÇİFTKÜLTÜRLÜ EĞİTİM Ötekinin Sesi ve Pedagojinin Demokratikleştirilmesi




Kemal İnal

            Bu yazıda Porto Riko kökenli ABD'li eleştirel feminist eğitim bilimci Antonia Darder’ın Culture and Power in the Classroom. A Critical Foundation  for Bicultural Education1 adlı kitabından kalkarak “çiftkültürlü eğitim”in egemen ve öteki kategorileri üzerinden bir analizini yaptım; kültür-eğitim ilişkisi çerçevesinde demokratik bir pedagojinin imkanlarını sorguladım. Ulusal/homojen bir eğitim sisteminin müfredatı, ders kitabı ve derslik içi öğretim uygulamaları içinde “öteki” denilen “ezilenler”in kültürel deneyimleri, tarih ve dilleri, geçmiş ve gelecek düşüncelerinin pedagojinin demokratikleşmesindeki katkılarını ele aldım.

            Darder, kitabının önsözünde, ABD’de madun kültürel gruplarla ilgili konuları ve oy hakkı olmayan topluluklardan gelen öğrencilerin yaşamları üzerindeki egemen kültürel güçlerin etkisini ele aldığını ifade eder. Darder, kitabının, ABD’de eğitim süreci içinde Siyah, Latino, Asyalı, Yerli Amerikalı ve diğer çiftkültürlü öğrencileri marjinalize etmek ve seslerini kısmak için işlev gören egemen kültürel değer ve pratiklere karşı koyma çabası sunduğunu belirtir ve kitabının birincil amacının çiftkültürlü eğitimin eleştirel bir pratiğini geliştirecek olan kuramsal ilkeleri belirlemek olduğunu açıklar.



            Çiftkültürlü  (bicultural) terimi ve kültürel demokrasi
            Darder, çiftkültürlü terimini “azınlık” terimi yerine kullanır. Çiftkültürlü, hem dilsel hem politik açıdan yetersiz (deficient) ve güçsüzleştirilmiş (iktidarsızlaştırılmış) olarak tabi/madun/ast kültürler görüşünü yansıtmakta ve sürdürmektedir. Bu bağlamda çiftkültürlü, tekkültürlü (monocultural) Anglo-Amerikan öğrencilerinin kültürlenme (enculturation) süreçlerinden ayrı olan bir kültürlenme sürecini ifade etmektedir. Çiftkültürlü eğitim sürecinde öğrenciler, farklı değerlerle donanmış oldukları için iki kültürün değerleri doğrudan çatışma halindedir. Darder, bu çatışmayı çözmek için kültürel demokrasi terimini önerir. Kültürel demokrasi, öğrencilerin kendi dilleri ve öğrenim tarzları içinde eğitilmeleri ve çiftkültürlü kimliğini koruma, yani yapıcı bir tarzda başat/egemen kültürün kurumsal değerlerine entegre olurken kendi özgün kültürüyle özdeşleşmeyi sürdürme hakkını onaylayan bir eğitim felsefesidir. Darder’a göre kültürel demokrasi, öğrencinin tarihine, sosyopolitik gerçekliğine ve kültürel yönelimine duyarlı olan kurumsal ortamları, müfredat materyallerini ve eğitim yaklaşımlarının gerekliliğini içerir (s.xvi-xvii).     
 

            Darder, kültürel demokrasi çerçevesinde çiftkültürlü öğrencilerin çiftkültürlü seslerini geliştirmek ve sınıfta bir güçlendirme süreci yaşamak için gereken güçlendirme ve koşullardan söz eder. Öncelikle bunun için çiftkültürlü öğrencilerin yaşayan kültürlerinin pedagojik süreçlerle eleştirel biçimde bütünleştiği demokratik bir çevrenin olması gerektiğini ileri sürer. Darder’a göre çiftkültürlülük  (biculturalism), bireylerin iki farklı sosyo-kültürel çevrede işlev görmeyi öğrendiği bir süreci ifade eder. Bu iki çevre, onların özgün kültürleri ve içinde yaşadıkları toplumun anaakım başat kültürüdür. Çiftkültürlülük terimi, çiftkültürlü insanların eğitim kurumlarının başat söylemi ile madun kültürlerin üyeleri olarak karşılaştıkları gerçeklikler arasında aracılık ettikleri süreci temsil eder. Çiftkültürlülük süreci, çiftkültürlü insanların kültürel çatışmalara verdikleri farklı yanıt biçimlerini ve ırkçılık ve kültürel istilanın diğer biçimleriyle günlük mücadelesini birleştirir (s.48).


            Darder’a göre ABD’de çiftkültürlülük, farklı renkten olanlar (people of color) tarafından çatışma içindeki kültürel değerler ile kültürel tabileştirme koşulları arasındaki sürekli gerilim içinde olan dinamiklere yanıt olarak benimsenen farklı beka stratejilerini belirtir (s.48). Ona göre egemen ve tabi kültürlerin mevcut olduğu bir toplum ve eğitim sisteminde çocuklar her iki kültürü de almalıdırlar. Ancak sadece başat/egemen kültüre göre hazırlanan bir eğitim sisteminde öteki ya da madun/azınlık kültüründen olan çocukların sosyalleşmesi sekteye uğrar. İki kültür kültürel demokrasi gereği örtüştürülmelidir. İkili sosyalleşmenin çiftkültürlü süreci daha etkili olur. Dil, kültürel değerler ve öğrenme stillerinin farklılığı durumunda öteki/madun kültürden gelen öğrencinin eğitim sistemi içinde dışlanmaması için çiftkültürlü eğitimin temeli kurulmalıdır. Bu temel, öncelikle kültürel demokrasidir. Farklı kültürlerin eğitim sistemi içinde saygı gördüğü, değerli bulunduğu ve öğretime konu edildiği bir süreçtir kültürel demokrasi.


                 Çiftkültürlü eğitim ve göçmen çocuklar
            Çiftkültürlülük, bilhassa metropol ülke ve kentlere gelen göçmen ailelerin çocukları için geçerlidir. Özgün kültürü içinde anadilini öğrenen, geleneklerini içselleştiren, yerel tarihini benimseyen göçmen çocuklar, zaman zaman anakım ulusal ya da hakim kültüre karşı kendi kültürünü ve kimliğini öne çıkararak içinde bulunduğu başat kültürü reddedebilmektedir. Bu da madun/azınlık/öteki çocukların eğitim sisteminden kısa sürede ve sert biçimde ayıklanıp elenmesine neden olabilmektedir. Bu anlamda göç, ezilen göçmenlerin çocuklarının kültürel açıdan gelişmesini engelleyen bir süreç olmaktadır. Göçmen aile çocukların tüm kapitalist metropollerde eğitsel başarısızlıklarının ardından yatan etmenlerden biri de budur. Yani entegrasyon yerine asimilasyon sürecine başvurulması. ABD’de Afro-Amerikalı ya da Meksikalı, Fransa’daki Arap/Magripli, Almanya’daki Türk, Türkiye’deki Kürt çocukların hakim ulusal eğitim sistemi içinde kendi kültürlerinden izler bulamamaları, başarısızlıklarının bir nedeni olarak yorumlanabilir. Nitekim Türkiye, AB ülkeleri ile yaptığı antlaşmalar sonucu uzun yıllardır Avrupa’daki göçmen Türk ailelerinin çocuklarının kendi kültürlerini öğrenmeleri için çoğu Avrupa ülkesindeki ulusal eğitim sistemleri içine “Türkçe ve Türk Kültürü” dersini koydurabilmiştir. Bu tür dersler tam anlamıyla kimlik dersleridir. Verilen bilgiler ile “öteki” öğrencilerin bulundukları ülkede kendi özgün kültürlerinin yaşatılmasına çalışılmaktadır.   
       

              Çiftkültürlülük, eğitimde akademik başarı ve dört farklı tepki
            Çiftkültürlülükte çocukların eğitim sistemleri içinde başarısı biraz da iki kültürün birbirine ne ölçüde benzediğine bağlıdır. Eğer başat kültür, tabi/madun kültürden çocuklara hakim kültürün değerlerini, dilini ve bilişsel stilini zorla empoze etmeye ve onları asimile etmeye çalışırsa, çiftkültürlülüğün dinamikleri harekete geçer. Bu noktada direniş, red veya umursamama dinamiği gelişir ki, bu da çocukların kültürel krizine, yani yabancılaşmalarına neden olabilir. Çocuklar bu durumda dört tür tepki verirler: Yabancılaşma (alienation), ikicilik (dualism), ayrılıkçılık (separatism) ve müzakere (negotiation).



Kültürel yabancılaşma altında kategorileştirilen tepkiler, hakim kültürle içselleştirilmiş bir özdeşleşmeyi ve birincil (primariy) kültürü reddetmeyi içeren bir tutumdur. Bu durumda öğrenci hakim kimliği benimser, anadilini konuşmayı reddeder, özgün/birincil kültürünün değersiz olduğuna dair bir inanç besler ve ırkçılığın varlığını reddeder. Kültürel ikici (dualist) tepki kalıbı, iki ayrı kültürü sahiplenme algısıyla şekillenir. Kültürel ayrılıkçı yanıt kalıbı, egemen kültürü son derece kararlı biçimde reddederken kendi birincil kültürünün sınırları içinde katı biçimde kalmaya ilişkin tepkiler verir. Egemen kültürün dışındaki üyeleri için tümden kendine yeterli hale getirmeye yönelik kültürel milliyetçi grubun tepkileri bu kalıba bir örnektir. Kültürel müzakere, yaşayan (canlı) deneyimlerini toplumdaki sosyal dönüşüme yönelik işlev görürken kendi özgün kültürel kimliği ve yönelimini muhafaza etme çabasıyla uzlaştırma ve bütünleştirmeye çalışır. Kültürel müzakere örnekleri, okullarda çiftdilli eğitim programları için toplumsal mücadele yürütülürken görünmektedir (s.54-56).  


            Bu dört tepkiden hangisinin daha çok verildiği, biraz da ülkenin yapısına bağlıdır.  Bu tepki biçimleri bir de siyaset ve kültür arasındaki ilişki aksından kaynaklanan iktidar ilişkilerinden doğrudan etkilenmektedir. Bu çiftkültürlülük alanı içinde öğrenci tepkileri, çiftkültürlü onaylamanın bağlamını destekleme derecesine göre de dikkate alınabilir. Örneğin, kültürel yabancılaşma ve kültürel ayrılıkçılık, bireyi, çiftkültürlülüğü onaylayan tepkilerden uzaklaştırabilir. Bu süreçte hegemonik güçleri, çiftkültürlü varlığı oluşturan gerçeklikleri biçimlendirmede sürekli işbaşındadır (s.56).


            Ulus-devlet, homojen (tek) kültür ve pedagojinin demokratikleştirilmesi
Daha çok ulus-devlet yapılanmaları içinde görülen homojen (tek) kültür (dil, tarih, eğitim vd.) anlayışı, öteki dediğimiz ezilen, azınlık, madun ya da tabi grupların (birey, etnik topluluk vd.) seslerinin kısılmasına ya da onların kültürel kimliklerinin eğitim sistemi içinde, özellikle müfredat, ders kitabı, sınav ve çeşitli programlarda görünmezleştirilmesine (invisible) neden olabilmektedir. Bu da pedagojinin demokratikleştirilmesini engellemektedir.

O halde, pedagojinin demokratikleştirilmesi, farklı kimliklerin kültürlerinin eğitim ve öğretim sistemleri içinde mutlaka temsil edilmesine bağlıdır. Darder’ın öne sürdüğü de budur; ancak o, bu temsilin diğer (hakim) kültürün yok sayılmasına yol açmaması gerektiğini de ileri sürer. Gerçekten de çiftkültürlü eğitim, öğrencilerin bilgisel ve kültürel açıdan zenginleşmelerine, daha demokratik bir kişilik geliştirmelerine yol açabilir. Okullar bu nedenle tek değil, en azından iki, hatta çokkültürlü eğitim-öğretim mekânları olarak yeniden düzenlenmelidir. Batılı ülkelerdeki genel eğilim son yıllarda bu yöndedir. Farklı etnik kimlikten, ırktan, dil, din ve tarihsel geçmişten gelen öğrencilerin en demokratik hakları olan kendi kültürlerini ulusal eğitim sistemleri içinde öğrenme talepleri, özellikle AB ülkeleri içinde giderek kabul edilmektedir. Bu bağlamda AB ülkelerinde son yıllarda ulusal nitelikli müfredatlar yenilenmekte; farklı etnik grup, ırk, dil ve dinden olan öğrencilerin incinmemeleri için ders kitaplarından ırkçı, yabancı düşmanı ve ötekinin sesini boğan/dışlayan bilgi ve resimler ayıklanmaktadır. Pedagojinin demokratikleştirilmesi, kuşkusuz eğitim materyallerindeki içerik bilgisinin elden geçirilip hoşgörü, eşitlik ve adalet çerçevesinde yenilenmesinden ibaret değildir. Yine son yıllarda, eşitlik ve genellik ilkelerine zarar vermeden ve aykırı davranmadan farklı kimlikten öğrencilerin farklı öğrenme stilleri çerçevesinde eğitilebilecekleri inancı yerleşmeye başladı.


Özellikle ulus-devletlerde pedagojinin demokratikleştirilmesi, hayatın her alanında olduğu gibi eğitim materyallerinin üretilmesi aşamasının katılıma açık olmasını gerektirmektedir. Müfredat ve ders kitaplarının yazılması aşamasında farklı kültür ve kimlikten olan veli ve öğrencilerin, uzmanların katılımı; onların öneri, görüş ve eleştirilerinin alınması, pedagojiyi demokratikleştirecektir.

Azınlık olsun ya da olmasın, çiftkültürlü bağlam içinde yetişen öğrencilerin her iki kültüre de angajmanlarının sağlanması için bilgi üretme süreçleri her kesime açık olmalıdır. Bu saydamlık ve katılım, bilgi-otorite, düşünce-iktidar, değer-devlet ilişkisinde egemen/tabi ilişkisini ortadan kaldırabilecektir. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde ulus-devletin bir temsilcisi olarak MEB ve Talim ve Terbiye Başkanlığı’nın yapısı bu bakımdan yeniden düzenlenmelidir. Özellikle müfredat, ders kitabı, öğrenme yöntem ve teknikleri, öğretmen yetiştirme biçimleri ile ilgili olarak kültürel zenginlikler hiçbir taraflılık gösterilmeden olduğu gibi kullanılabilmelidir. Ulusal pedagojiler, doğası gereği homojen kültür, kimlik ve bilgiye yaslanır ama artık çağımızda homojenlikten ziyade heterojenlik daha ön plana çıktığı için kültürel farklılık ve zenginlikleri bir veri olarak kabul edip onları ulusal bileşenin eşit parçaları olarak düşünmek gerekir. O halde, Türkiye’nin kültürel zenginliği içinde yer alan Türk, Kürt, Arap, Musevi, Laz, Çerkez, Rum, Süryani, Gürcü, Boşnak, Arnavut vd. kimlikleri eğitim içinde birbirini dışlayan, birinin diğeri üzerinde üstünlük kurduğu bir çerçevede değil, birbirine hoşgörüyle yaklaşan, kabul eden, anlayan bir çerçevede ele alınıp eğitsel materyallerde desteklenmelidir.  



Sonuç
Göçmenlik, iltica, sığınma ve siyasal mücadele gibi olgular sonucu artık dünyamızda farklı kültürlere sahip birey ve topluluklar, yaşadıkları ya da göç ettikleri topraklarda kendi aidiyetlerinin en önemli göstergesi ve hakkı olarak kültürlerinin pedagoji içinde de temsil edilmesini talep etmektedirler. En doğal hak olan bu kimlik talebinin demokratik bir çerçevede anlam ve zemin bulmasının ön koşulu, ulusal pedagojilerin hem içerik hem de yöntem olarak demokratikleştirilmesidir. Özellikle metropol ülke ve kentlerde çiftkültürlü bir dünya içinde –evde kendi birincil kültürü, okulda egemen ikincil kültür-yetişen ve sosyalleşen öğrencilerin her iki kültürü birden öğrenmeleri elzemdir, zira içinde yaşadıkları topluma entegre olmadan o toplumda var kalabilmek neredeyse imkansız gibidir. Bu durumda pedagojide ötekinin, ezilenin ya da azınlık olanın sesi kesilmek veya kısılmak yerine, bu sesin kendini en demokratik, güçlü ve etkili biçimlerde ifade etmesinin yol ve yöntemleri yaratılmalıdır. Çünkü kendi birincil, özgün ve doğal kimliğini öğrenemeyen ve yaşayamayan çocukların geliştirecekleri çok çeşitli şiddete ve yabancılaşmaya dönük tepki kalıpları, her iki kimlik ve kültürü de zayıflatıp hemen her türlü ortam gibi eğitim ortamını da bir bilgilenme, kültürü paylaşma ve demokratik bilinç geliştirme ortamından ziyade sürekli savaş alanına çevirebilir. Bu da, pedagojinin artık pedagojiden çıkıp militarist bir yapıya evrilmesine neden olabilir.                                            




1 Antonia Darder, Culture and Power in the Classroom. A Critical Foundation  for Bicultural Education, Greenwood Publishing Group, Inc., 1991.

Yorumlar