İMAMOĞLU NASIL KAZANABİLİR?

İmamoğlu'nun bir büyüsü var. Bu belli. Tayyip Erdoğan'ı bu yerel seçimlerde yenilgiye uğratan bir büyü bu. İmamoğlu'nun büyüsü aslında son derece pozitivist gibi görünüyor. Görünen, bilinen ve izlenen bir büyü bu. Yarattığı olumlu bir atmosfer var; aslında sanki kendisini Mehdi (kurtarıcı) olarak bekleyenler yok değil. Seküler, orta ve üst sınıflar, kentsel kesimler, çalışanlar, yani AKP'den ciddi derecede zarar görmüş kesimler için İmamoğlu, bir kurtarıcı gibi görünüyor. İmamoğlu'nun büyüsünün formülü, aslında "kapsayıcılığı"; her şeyi, herkesi bütünleştirebilmesi, aynı şemsiyenin altında toplayabilmesi. Kavga etmeyen ama barışık olan, dışlamayan ama içine alan, hak yemeyen ama bölüştüren bir büyü bu. Bunun temelinde "iyilik" mi var? Evet, öyle. Ama sadece "iyilik" ile bir şey kazanılmaz. Hele şu son derece çıkarcı dünyada?!

Bir düşünün; İmamoğlu son derece modern bir kişi. Ailesi, söylemi, mesajları, duruşu, mizacı, olaylara yaklaşımıyla hiç de geleneksel gibi durmuyor. Fakat aynı İmamoğlu, aslında "muhafazakar demokrat" biri; Kuran okuyup namaz kılabiliyor, ailesi muhafazakar ve kendisi geleneksel değerlerle (din, aile, akrabalık, Osmanlı vb) hiç de kavgalı değil. Büyünün formülü, dışlamasından değil, içermesinden kaynaklanıyor. Bu aslında "modern büyü". Oksimoron gibi "modern büyü", yan yana gelmesi paradoksal görünen iki kelime. Ama öyle; pek çok geleneksel değer, modern koşullarda dönüştürülüp yeniden kullanıma sokulabiliyor. Latin Amerika'da edebiyatta "büyülü gerçekçilik" akımı böyle bir şey. İmamoğlu'nun büyüsü veya tılsımı ise, modern şehirli insanın ihtiyaç duyduğu şeyleri (demokrasi, hak yememe, dürüst yönetim, akılcı planlama vb.) anlayıp ona cevap verebilmesinde yatıyor. Aslında kavgacı Erdoğan'a karşı uzlaşmacı İmamoğlu'nu izliyoruz; sinik Binali yerine aktif/heyecanlı/enerjik İmamoğlu'nu yaşıyoruz; tehdit dili kullanan Bahçeli'ye karşı barış dilini kullanan İmamoğlu'nu görüyoruz.

Peki, İmamoğlu nasıl bir siyaset yapıyor veya yapmalı?

Radikal ideolojiler veya siyasal partiler genelde dar bir kesime seslenir; o yüzden söylem de daral(tıl)ır. Mesela Bahçeli'nin seslendiği kesim dardır, sadece milliyetçi kesim. Bahçeli ve hatta Tayyip'in söyleminde mesela kadın hakları, çevre, demokrasi, hukukun üstünlüğü, bilimin gelişmesi yoktur; en azından son iki, hatta dört  seçimde bu böyleydi. Beka politikası adına, terör, hain, işbirlikçi, ihanet, İmralı, Kandil, zillet ittifakı vb şeklindeki negatif terimler üzerine oturan dar bir söylemdi bu. Ama kaybetti büyük ölçüde. Negatif dil bir süre sonra insanı yorar, takipten uzaklaştırır.

İmamoğlu ise sanki yeni bir politika deniyor. Ben bu politikaya "naif popülizm" diyorum. Naifliği, saflık anlamında değil, en genelde iyilik, samimiyet ve gönül anlamında kullanıyorum. Popülizm, içi boş veya kısmen dolu  bir ideolojidir. Popülist politikacı halka seslendiğinde ya liberal, faşist ya da sosyalist bir söylem tutturur. Popülizm, ana ideolojilere eklemlenmeden var olamaz. O yüzden popülizm, eklemlendiği siyasete göre anlam ve yönelim kazanır. Örneğin Hitler faşizmi popülizmi dibine kadar kullanmıştı-popülizm, faşizm yolunda kullanılan bir oyuncuydu. Menderes, Demirel ve Özal da popülizmi liberalizm yolunda kullandılar. İmamoğlu'nun popülizmi sol-demokratik önermeler üzerine oturuyor. Örneğin şeffaflık, demokratik yönetim tarzına ait bir politikadır. İBB'nin meclis toplantılarını canlı yayınlatıp kamuoyunun bilgi ve denetimine açması, şeffaflığı ifade eder. Yönetime ortak etmeye de. Aynı şekilde, belediyenin kaynaklarının AKP yanlısı kuruluşlara gittiğini açıklaması ve hesap sorması da.

"Naif popülizm" en genelde bir "iyilik" söylemi üzerine oturur. "İyilik", iyi şeyleri ifade ediyor: Demokrasi, dayanışma, gelişme, kent sorunlarının çözülmesi, hak yememe vb. Sorun, İmamoğlu'nun koca İstanbul'u, ileride Türkiye'yi yönetmede kapsayıcı bir politikasının olup olamayacağıdır.  Ülkenin devasa sorunları var: Diplomasi, dış borç, üretimin durması, işsizlik, sömürü, Suriyeliler vb. Bu sorunlar İstanbul'da daha yakıcı yaşanıyor. "Naif popülizm" ile bu sorunlar çözülemez. Bir belediye başkanının dürüst olması, hak yememesi, herkese eşit davranması, işçilerin haklarını gözetmesi vb o başkanın kişiliği adına önemli bir kültürel sermayedir; bu sermaye belediye başkanının kişiliğinde ve eylemlerinde cisimleşebilir. Tunç Soyer böyle biri mesela; Seferihisar'daki başarısı muazzamdır: Citta Slow (Yavaş Şehir), köylerdeki ata tohumlarının bulunup kullanılması, organik tarım, "turistik olmayan turizm", köylü pazarı, temiz kıyılar vb. Fakat Türkiye'nin devasa sorunları için kapsayıcı bir ideoloji ve politika, ciddi bir planlama gerekir. O yüzden şu anda iş gören "naif popülizm", bir süre sonra sorunların ciddiyeti karşısında yetersiz kalacaktır.

İmamoğlu'nun önünde iki genel sorun var: Ekonomi ve sosyo-kültürel hayat. Ekonomi şu anda iflas etmek üzeredir. Tüketim artarken üretim azaldı. Bu büyük bir paradoks; bunu tersine çevirecek politikalar bulmak lazım. Desrim'de Maçoğlu o yüzden dikkat çekti: Üretimdeki kooperatifçiliği etkinleştirip oradan gelen kaynağı sosyal işlerde kullandı: örneğin, burslu öğrenci okuttu vb. Fakat koca ülke sadece kooperatifçilikle gitmez. Üretimi hem artıracak hem de nitelikçe yükseltecek yöntemler bulunmalı. Sosyo-kültürel hayat ise kutuplaşma, niteliksizleşme ve ötekileştirme üzerine oturmuş durumda. Bu sorunlar "naif popülizm" ile çözülemez. Örneğin, kutuplaştırmayı ortadan kaldıracak politikalar üretilmelidir; ders kitaplarına barış dersi konabilir ama yetmez çünkü kutuplaşma asıl yetişkin dünyasında yaşanıyor.

İmamoğlu'nun yüzü hep gülüyor. Kavgacı değil ama mücadeleyi de seviyor. Kimseyi ötekileştirmiyor. Ayrımcı hiç değil. Sürekli umut saçıyor. Geleceğe yönelik pozitif mesajlar veriyor. Geniş kesimler üzerinde sanki bir iyilik timsali gibi duruyor. Bunlar çok önemli bir sermaye. Fakat bir sermayenin iş görebilmesi için üretim sürecine sokulması lazım. Yani İmamoğlu ve ekibinin yönetime gelmesi şart. Yoksa bütün bunlar kuru laf olarak kalabilir. İnsanlar AKP rejiminden bıkmış durumda. Hırsızlık, yolsuzluk, rant, talan, hukuksuzluk, insan hakkı ihlalleri diye uzayıp giden bir liste var. Bilhassa emekçiler ve kentsel orta sınıflar bir arayış ve beklenti içinde. Kriz derinleştikçe kurtarıcı beklentisi artar. Eğer halk, kurtarıcı birini görürse, onu derhal karizmatik bir lidere çevirir. İmamoğlu'nda ciddi bir karizmatik sermaye var; yani onu gerçek bir lidere dönüştürecek olan milyonlarca insan hazırda bekliyor. Fakat karizma, ancak yönetimde iş başına gelinebilirse anlamlı olur. 

İmamoğlu şu anda karizmatik bir lider olmak üzere. Karizmanın tamamlanıp kurumsallaşabilmesi için İstanbul belediye başkanlığı koltuğuna oturup "fark yaratan" işler yapması lazım. İmamoğlu'nun en büyük şansı veya avantajı, tel tel dökülen AKP rejimidir. "Tek parti-devlet" rejimi sonuna gelmek üzere. Bu saatten sonra AKP'nin Türkiye'ye verebileceği hiç bir şey yok. AKP kadroları müthiş bir moral bozukluğu ve yılgınlık içinde. Parti çözülmek üzere. Gül ve Davutoğlu bu çözülmeyi hızlandıracaktır; erken genel seçimler kapıda bekliyor. Belediyelerde ortaya çıkan hırsızlık, arsızlık ve usulsüzlükler, halkın bu rejimin gerçek yüzünü görmesini sağlamaya başladı. Bu koşullarda İmamoğlu'nun, piyasacı ekonomistlerin deyimiyle daha çok "satın alınan" beyaz-Türk orta sınıfların kapsama alanı dışına hızla çıkıp ezilen kesimlere, AKP tabanına doğru açılması lazım. Burada başarılı olabilmek için "naif popülizm" yerine daha "sosyalizan politikalar" sözü vermesi gerekir. Sorun belli; ama çözüm yolları hala muğlak. En büyük mesele de bu.             

















         

Yorumlar