TÜRKİYE'Yİ KURTARABİLİR MİYİZ?

Türkiye'yi kurtarabilir miyiz? Şimdi böyle bir soruyu anam gibilerine sorsam, "sana mı kalmış?" diye karşı bir soruyla yanıtlardı muhtemelen. Anama göre, devletin beni KHK ile üniversiteden atmasının sorumlusu elbette benim çünkü "rahat durmadım". Böylesi bir değerlendirme, Türkiye'de geleneksel kesimlerde çok yaygın ama sinik ve pragmatik bir hal olarak orta ve üst sınıflarda çok daha yaygın. Marx, burjuvaziden bir sınıf olarak (sömürü yaptıkları için) ölesiyle nefret ederdi ama kapitalizmin işçi üretkenliğini artırması, teknolojik ilerlemeyi sağlaması ve toplumsal gelişmeye yol açması anlamında da hayranlık duyardı bu sisteme O yüzden mesela Hindistan gibi sınıfsal ilişkilerin gelişmediği, kast tipi geleneksel tahakküm biçimlerinin egemen olduğu ülkelere pazar/piyasa ekonomisinin girmesini-oradaki paryaların/dokunulmazların, köylülerin işçileşmesi anlamında-ilerici bir hamle olarak bulurdu. Çünkü işçileşme, sınıf ilişkilerini dinamikleştirecek ve bu da orada geleneksel egemenlere karşı bir mücadele başlatacaktı. Peki, ya Türkiye? Türkiye'de kast tipi geleneksel tahakküm biçimleri yok ama bazı feodal kalıntılar hala var: Mistisizm, hemşehricilik, akraba kayırmacılığı (nepotizm), bölgecilik, dar anlamda kimlikçilik, ataerkil birtakım ilişkiler, paternalizm vb. AKP, bütün bu feodal değerleri neoliberalizme uydurarak veya harmanlayarak bugüne değin iktidarda kalabildi. Bir düşünün, mülk Allah'ın diyorsunuz ama özel mülkiyet ve piyasayı sonuna değin savunuyorsunuz. AKP'nin hokus-pokusu bu; başka bir şey değil. Fakat bütün bunları tek bir koşulla yapabilirsiniz: Elinizde dağıtılabilecek rant olduğu sürece. Şimdi rant kalmadı veya pasta çok küçüldü. Popülizmin de sonuna gelindi. Örneğin bu yıl ilkokullarda AKP, çocuklara ücretsiz süt ve kuru üzüm dağıtamadı. İhale kapan firmaların hak edişi ödenemiyor. MEB'den bile kısıntı yapıldı. O halde, mutfakta yangın olmalı. Var ama AKP, yangının nedeni muhalefet diyor. Bunu da elinde tuttuğu medya, camiler ve okullar ile yapabiliyor. Ama kısmen, yerel seçimlerde bunu gördük. Çünkü en güçlü ideoloji, mutfakizm'dir. Mutfakta tencere kaynamıyorsa, siyaset iyice kaynamaya başlar. Türkiye halkı hesap sormaz değil; 15-16 Haziran, 1975-80 arası kitlesellik, 1989 bahar eylemleri ve Büyük Madenci Yürüyüşü, Gezi olayları ve İmamoğlu vakası. Pir Sultan Abdal'dan bu yana her ne zaman ve yerde tahakküm biçimleri dayanılmaz hale geldiyse, direniş olmuştur. Fakat direniş, sadece sorundan kurtulmayla sınırlı halde kalırsa, halk size güvenmez. Halk, mutfakisttir. Mutfağına bahar getirmeyecek birilerinin kışının peşinden gitmez. O yüzden İmamoğlu kazanacaksa, mutlaka "alternatif" (çıkış yolları) ilişki, kurum, mekanizma, kurum ve kuruluşlardan bahsetmelidir. Aslında Latin Amerika'ya çok benziyoruz. Laclau der ki, Latin Amerika'da içi boş olsa da en güçlü ideoloji Popülizm'dir. Popülizme eklemlenebilen bir ideoloji, ona rengini, içeriğini, derinliğini verebilirse, başarılı olabilir. Şimdi Popülizm gerici bir ideoloji diyecek olanlar olabilir; halbuki Popülizm özünde Halkçılıktır. Bu halkçılığa sınıfsal karakter verilebildiğinde bambaşka bir şey elde edilmiş olur. Bu yazdığıma itiraz edenlere bir soru: "Her şey güzel olacak" sözü ortalığı sallamaya başladı, tıpkı "çapulcu" gibi. Bu söz sınıfsal mı yoksa popülist mi?

Yorumlar