İstanbul’da yerel yönetim el değiştirince haliyle pek çok
insan merak etmeye başladı. İmamoğlu,
bir taraftan merkezi AKP hükümetinin engellemeleri, öte yandan biriken devasa
borçları ödeyebilmek için ne yapacaktı? Deprem riski, çürük binalar, su sorunu,
trafik, kirli hava, kentin yağmalanan arazileri, giderek azalan yeşil alan,
hayat pahalılığı, işsizlik, Suriyeli mülteciler…
***
İmamoğlu dar ekibini kurdu, yol haritasını hazırladı,
fizibilite raporunu çıkardı, neyi nerede nasıl yapacağına az-çok karar verdi
gibi. Fakat İstanbul’un çok ciddi bir sorunu daha var; ama bu sorunun kendi
içinde çözümünü içeren büyük bir potansiyeli de var. O sorunun adı, “kent yoksulları”. İstanbul’da
milyonlarca yoksul insan var; kentin kenar mahalle, gecekondu veya varoşlarında
yaşıyorlar: Asgari ücrete çalışan gençler, emekliler, işsizler, geçim sıkıntısı
çekenler, diploması olduğu halde istediği işi yapamayanlar, ev kadınları, en
temel kent hizmetlerinden yoksun
milyonlarca çocuk, genç, yaşlı, göçmen ve mülteci...
***
Kent yoksullarının üç temel sorunu var: Ekonomi (“geçim”), yönetim (“demokrasi”) ve kültür (“kimlik”). Bu insanlar hiçbir şekilde homojen değil; geldikleri
köy, konuştukları dil, becerileri, beklentileri, yaşam tarzları ve felsefeleri
birbirinden çok farklı. Ama onları birbirine bağlayan şey, yukarıdaki üç temel
sorundur. Önemli bir kısmı yoksulluklarının nedeninin AKP’nin politikalarından
kaynaklandığına inanmıyor, ya dış güçleri ya da CHP’yi (genelde solu)
suçluyorlar. Kendi yaşamlarını kontrol etme ve demokratik yönetime dâhil olma
imkanları yok. AKP bugüne değin İstanbullu kent yoksullarını “nesneleştirerek” pek çok seçim
kazandı; oylarını alabilmek için onlara yiyecek yardımları, dini hayırseverlik
veya birtakım vaatlerle (işe sokma, tapu, yerel hizmetler vb.) bu kesimler, ne “politikanın öznesi” ne de “tarihsel aktör” olabildiler. İstanbul’da
çoğunluğu oluşturuyorlar ama kent üzerinde hiçbir hak, yetki ve yönlendirmeleri
yok. Politikaya aktif katılımları olmadığı için kendi yerellerindeki hiçbir
sorun da bugüne değin çözülemedi. Örneğin “kentsel
dönüşüm” denilen rant mekanizmasının kendilerinin aleyhine olduğunu
anlamaları uzun sürdü ama anladıklarında da konut ve arazileri çoktan “mutenalaştırma” politikasıyla orta ve
üst sınıflara aktarılmıştı.
***
Kent yoksullarına İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) nasıl
yaklaşmalı? Elindeki hangi aracı nasıl, nerede ve hangi amaçla kullanmalı? Ya
da İmamoğlu ne yapmalı? Bu soruları belediyenin bir özelinden kalkarak
genelleştirmeye çalışıp yanıtlamak istiyorum.
***
Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanıyken 1996’da kuruldu
İSMEK (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları). Amacı,
insanlara bir meslek kazandırıp onların bir beceri (sanat/zanaat becerisi) sahibi
yapmaktı. Genel hedefi ise, insanları pasif/tüketici konumdan çıkarıp
aktif/üretici konuma yükseltmekti. Neoliberal kapitalizmin kararlı savunucusu
olan AKP’li İBB, İSMEK ile işgücü piyasasının talep ettiği “ara işgücü” ihtiyacını karşılamayı hedefliyordu. Fakat bunu
yaparken “piyasalaştırma”
mekanizmasını dibine kadar kullandı: İSMEK’te halka bir meslek öğretecek
olanlar, kurumun kendi personeli değil, piyasadaki şirketlerdi. Şirketler
böylece kamusal Halk Eğitim Merkezleri’ni de ya devre dışı bıraktı ya da
zayıflattı. Piyasadan hizmet satın alma, İBB’ye akan vergi, gelir ve kârların
doğrudan AKP’li şirketlere “rant”
olarak aktarılmasını sağladı. Bu süreçte İSMEK’te meslek edinme sürecine giren
yoksullar, AKP ile organik bağlantılar kurdu, onun siyasetleri için zemin oldu/hazırladı
ve fakat sonunda siyasetin öznesi olmak yerine nesnesi oldu. Öyle olunca da bu
insanlar, o hınçla son yerel seçimlerde İmamoğlu’na oy verdi. Peki, İmamoğlu
onlara ne verebilir? Neyi, nasıl vermeli?
***
Oysa İSMEK gibi belediye kuruluşları yoksullara teknik bir
beceriyi mekanik tarzda aktarmanın dışında, demokratikleştirici, güçlendirici
ve bilinçlendirici bir okul gibi/olarak kullanılabilirdi. Ama hâlâ geç değil. Meslek
eğitiminden halkın eğitimine geçiş o kadar da zor değil. Bunun için öncelikle
felsefe değişikliği şart. AKP, nesneleştirdiği ve seçmen olarak aynı torbaya
tıktığı yoksulları “müşteri” veya “tüketici” olarak gördü hep. İSMEK,
üretici değil, piyasalara tüketici yetiştiren bir mekanizmaya dönüştü. Çünkü
İSMEK’ten bir meslek, sanat veya zanaat edinip de yoksulluk döngüsünü kıran
insan sayısı çok az olsa gerek. Burada yoksulu müşteri veya tüketici yerine “yurttaş” olarak bilinçlendirmek için
bir şey yapılmadı. Acaba yoksulluktan çıkış için yeni bir “yurttaşlık felsefesi” mi inşa edilmeli?
***
Porto Alegre’de yerel yönetimi kazanan ilericiler,
Brezilya’daki neoliberal kapitalizme, onun merkezi yönetimine karşı iki önemli
demokratik mekanizmayı hayata geçirmişlerdi yakın geçmişte: “Halk Yönetimi” ve “Yurttaş Okulu”. İlki, demokrasiyi katılım boyutunda güçlendirerek
insanların kendi yerel sorunlarını en aşağıdan kendi müdahaleleriyle çözmesini
sağlayacak bir mekanizmaydı. İkincisi ise, “katılımcı
bütçe” (şeffaf gelir-gider tablosu), “yerel
bilgi” (demokratik müfredat) ve “ortak
yönetim”i (katılım) öne çıkarmıştı. Aslında Halk Yönetimi, bu okulda kendi
yönetim felsefesini pratiğe aktarmıştı. Demek ki, genel bir felsefenin pratikte
sınanması için alternatif kurum ve kuruluşlar oluşturmak gerekiyor. Elbette
yeni bir yurttaşlık temelinde.
***
Yurttaşlık, eleştirel eğitimci Michael Apple’ın dediği gibi, “kimlik” (sosyo-kültürel hak) ve “temsil” (demokratik hak mekanizması) üzerinden
özne konumu sağlayıp değiştirici tarihsel aktör olabilmek adına halkın kamusal
tartışma alanına girmesine yönelik bilinçli bir girişimdir. Burada bu girişim
veya süreç, Freire’nin hep vurguladığı gibi, egemenlerin ürettikleri merkezi
paket programlar ve standart materyallerden ziyade yoksulların kendi yerel ilgi
ve ihtiyaçları dahilinde olan bilgi, deneyim, tarih, kimlik, araç, beceri,
yönelim ve amaçları baz alınarak başlatılmalıdır. AKP, İSMEK’i hep Ankara’dan
yönetti ama kamusal bir hizmet kurumu olarak değil bir şirket gibi; şimdi İBB
topyekün aşağıdan, halk tarafından demokratik bilinçlendirme, güçlendirme ve
yönlendirme olmadan yönetilirse, yine başarısız olabilir. Bundan sakınmak için
Apple’ın dediği gibi yoksullaştırılmış toplulukların fikirleri siyasi
uygulamaların merkezinde veya çekirdeğinde olmalıdır. Kendi sınırlarına
itilmiş, değersizleştirilmiş ve fazlaca geleneksel görülen kavramlar (kamusal
çıkar, söz-yetki-karar hakkı vb.) kamusal tartışmanın merkezine yeniden
taşınmalıdır. Ama nasıl?
***
İBB gerek İSMEK’in yeniden yapılandırılmasında gerekse diğer
konularla ilgili saha çalışmalarında uzmanlardan görüş alabilir, plan
isteyebilir, program talep edebilir, neyi nasıl yapacağı konusunda danışabilir.
Ancak kent yoksullarını tanımayan, uzmanlık alanını fetişleştirip diğer
gelişmeleri görmeyen, fildişi kulelerine dönen üniversite salonlarının dışına
çıkmamış, okuduğu kitaplardaki sözcüklerin büyüsüne kapılıp halk eğitimini
kafasındaki idealizasyonlara uydurmaya çalışan “akademik uzman”lardan uzak durmalıdır. Freire, böylesi uzmanların
eleştirel pedagojiyi ehlileştirme girişimlerine hep mesafeli yaklaşmış ve
herkesi uyarmıştı. İstanbul’un kent yoksullarının sorunu, akademisyenlerin veya
çeşitli uzmanların paye, kadro, unvan, para, çıkar veya “politik kariyer” amacı olanların dar, kısmi ve parçalı felsefeleri
içine sığamayacak denli karmaşık, yerel ve acildir. Uzman, halkın kendisi
olmalıdır. Halk, Gramsci’in ifadesiyle, kendi “organik aydınları”nı yaratmalıdır.
***
Kent yoksullarının veya ezilenlerin temel sorunlarından biri,
Freire’nin ifadesiyle “sessizlik
kültürü”dür. Organik aydınlarının tek görevi vardır: Rant, piyasa, tüketim,
müşteriliğe dayalı neoliberal kapitalizm içinde çeşitli gerici politikalarla sessizleştirilmiş
bu insanların gerçek, özgün ve potansiyel seslerini kazanabilmeleri için “tarihsel blok” oluşturarak bir zemin
hazırlamaktır. Bu zemin, ne teknik bir sorundur ne sadece ekonomik bir konudur
ne de mekanik eğitimle kazandırılan becerilerle halledilebilecek bir meseledir.
Sessizleştirilmiş veya gerçek sesleri kesilmiş, tarihleri unutturulmuş, zihinleri
sömürgeleştirilmiş olan yoksulların toplumsal hafızalarını hegemonya karşıtı
bir mücadelede tek bir şey onarabilir: “Demokratik
yurttaşlık”. Neoliberal kapitalizm yurttaşlığı bireysel hak ve ödevler
temelinde bireycileştirdi; şimdi Habermas’ın belirttiği ”ideal konuşma durumu”na ulaşılarak demokratik kamusal alanı onarıp
yeniden kuracak olan “toplumsal
politikalar” üretilmelidir. Bu da İBB’nin yukarıdan, monolog ve
dikey/hiyerarşik dikte, ezber ve yönlendirmeleriyle olamaz. İSMEK gibi birer “yurttaş okulu”na dönüştürülecek
yapılarla insanlar, kendi yerel ihtiyaçlarının demokratik kurum, değer ve
pratikler içinde çözülebileceğini bizatihi deneyimleme imkanına sahip
olmalıdırlar. Bin bir türü olan dışlama süreçlerinden yoksullar ancak böyle
kurtulabilir. Siyaset, uzman, kodaman veya politika esnafına bırakılmak
istenmiyorsa eğer, gündelik yaşam siyasallaştırılmalıdır. Bu büyük “Politika” değil, gündelik hayatın en
derin hücrelerine değin sinen “politikalar”
olmalıdır.
***
İBB, hizmet, kaynak ve personelinin büyük bir kısmını yoksul
mahallelere kaydırmalıdır. Örneğin Porto Alegre’de belediyeye bağlı okul öncesi
ile ilköğretim düzeyinde kurulan okullar hep yoksul mahallelerde açılmıştır.
Bunu yaparken temel bileşenler, kent yoksulları, ilerici toplumsal kuruluş ve
hareketler (sendika, siyasi parti, dernek, vakıf, yerel inisyatifler, proje
grupları vb.) ve organik aydınlar olmalıdır. Devlete eklemlenmiş
akademisyenler, bürokrat, teknokrat veya birtakım “politika esnafı” ile bu iş gitmez. İstanbul’un bütün sorunlarının
iki ana kaynağı vardır: Neoliberal kapitalist uygulamalar ve gerici muhafazakâr
yapı ve ideolojiler. Ve bunların eklemlenerek tek bir hegemonik güç olmaları.
Kent yoksuluna bir meslek öğretmek, tek başına hiçbir şeyi çözemez. Örneğin o
meslek, sanat/zanaat veya beceri, bilgi, deneyim eğer iş yoksa, ne işe
yarayacak?!
***
İSMEK gibi yapılarla yol alınacaksa eğer, yönetim (İSMEK’i
informal olarak halk yönetebilir), hizmet ve bilgi demokratikleştirilmelidir. Bu
da, İSMEK’in rol tanımı sınırlı (meslek edindirme) olsa bile, o rol araç olarak
kullanılıp kurum yerel çalışmalarda bir kaldıraç olarak kullanılabilir. Porto
Alegre’de temel hedef olan “güçlü
demokrasi”, hemen her şeyin yerelden yoksul halkın katılımıyla kurulması
anlamına geliyordu. Bunun için “yerel
organik aydınlar”ın mahallelerde halk “ile
birlikte” yapacakları eylem araştırmaları (yereli bilmeyen uzmanların
hazırladıkları dosya, plan, program, eğitim çalışması vb.’den uzak durulmalı),
yerel ilgi, kaygı, ihtiyaç, talep, insangücü, beceri, mekanizma, araç, bilgi ve
değerlerin potansiyelini belirleyip ona göre bir çalışma planı çıkaracaktır.
Unutulmamalı; Freire’nin “üretici
temaları” (yoksulların veya ezilenlerin pratik, gündelik ve somut
yaşamlarında doğrudan temel işlevi olan birtakım sözcükler-örneğin bir köylü
için saban, toprak gibi) “kültür
çemberleri” (yoksulların bir organik aydın eşliğinde oluşturdukları
okuma-yazmaya yönelik eleştirel öğrenme grupları) içinde işlev, anlam ve önem
kazanırken öğrenerek “eleştirel özbilinçlenme”
(“conscientização”) kazanmanın tümüyle yoksulun kendi
sesini bulmasına, yani kendi bilgi, tarih ve becerilerini bulmasına bağlıdır.
İSMEK’te meslek, sanat/zanaat veya herhangi bir beceri öğrenirken diğer
konularda böylesi kültür çemberleri kurulabilir. Unutulmamalı: İstanbul hâlâ
kent yoksulları için büyük bir köy; daha doğrusu köy-kent. Bu köy-kent içinde
kendi (kırsal, geleneksel, inançsal, yapıp-etme vb.) kimliklerini unutmamak
için büyük çaba sarf ediyorlar. Hemşehrilik derneklerinin bu derece güçlü
olmasının nedeni bu. İBB, bu ağırlıkla kırsal, geleneksel veya muhafazakâr
kimlik üreticileri olan bu mekanizmaları (örneğin Sivas Tanıtım Günleri gibi)
başka form(at)lar altında değiştirmelidir. Bu tür kimlikler, kapsayıcı “yurttaş kimliği” altında irdelenmeli,
yönlendirilmeli veya dönüştürülmelidir. Sivas’ın geleneksel lezzetleri,
renkleri veya halkoyunları kuşkusuz yaşatılmalı ama bu yerel bilgi, şehirdeki
kent yoksulunun hayatında fark yaratacak demokratik bir mekanizmaya
evriltilmelidir.
***
Apple’ın belirttiği “reformist
olmayan reformlar” ile demokratik kamusal yurttaşlığın tesis edilmesi
yolunda radikal dönüşümler mümkündür. Belediyenin borcu çok, üstelik karşısında
onu yıpratmaya çalışan merkezi bir hükümet ve neoliberal kapitalist-muhafazakâr
AKP’li ilçe belediyeleri var. Ama halkın gücü de var. Mülksüz kent yoksullarının
tek mülkü, demokrasiye olan inançları olmalıdır. İşçi, memur, öğrenci, göçmen,
kadın, işsiz, engelli, çırak, kalfa, sporcu, genç, emekli… Halk budur. Halkın
bugün iki büyük sorunu sınıf (ekonomi) ve kimlik (kültür) ile ilgilidir. Kent
yoksullarının kimlik talepleri sınıf mücadelesiyle doğrudan ilgilidir ya da olmalıdır.
Irk ayrımcılığı, kadın düşmanlığı, sınıfsal dışlamadan hırsızlık, yolsuzluk ve
kamu kaynaklarının talan edilmesine değin bir sürü sorun, kent yoksullarının
yoksulluklarının ana nedenleridir. Yoksullara öncelikle bunu kendi
insiyatifleriyle öğrenmelerini sağlayacak eleştirel okuryazarlık mekanizmaları
devreye sokulmalıdır. Günümüzde internet ve sosyal medya mecrasında üretilen,
dolaşıma sokulan ve yeniden yorumlanan bilgileri kent yoksullarının alıp
işlemesi mümkün değildir. Buna yanıt, kenti yerel koşullarına ait, özgü ve
işlevsel olan bilgileri öne çıkarmaktır. Bir fizibilite çalışmasıyla (“eylem araştırması”), kent
yoksullarının popülasyon özellikleri (yaş, cinsiyet, öğrenim durumu,
engellilik, iş, ihtiyaç vb.) çıkarılıp mahallelere göre sorunlardan bir kısmı o
mahalleye özgü bir yapılanmayla çözülürken buradan öğrenilenler şehrine
geneline de uygulanabilir.
***
Kısaca: Uzmanlardan değil, halktan başlayın. Organik
aydınları yukarıdaki makamlarda değil, halkın içinde(n) bulun. Uzmanlık veya
uzmanlara bel bağlama, zamanla bürokrasi, atalet ve piyasalaştırma yaratır.
AKP’nin halktan kopuş süreci, bunun hazin bir örneğidir.
Yorumlar
Yorum Gönder